podcast etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
podcast etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

En popüler tatlı su akvaryumu balıkları hangileri?

Tuzlu su akvaryumlarıyla kıyasladığımızda, tatlı su akvaryumlarının kullanım alanı daha fazla. Bunun temel nedenleri arasında tatlı su akvaryumunun tuzlu suya göre bakımının daha kolay olması, içinde beslenen türlerin daha yaygın şekilde bulunabilmesi ve türlerin tuzlu su türlerine göre ekstrem koşullarına göre daha dayanıklı olması sayılabilir.

İşte tatlı su akvaryumlarında en yaygın şekilde beslenen balıklar.

Oskar (Astronotus ocellatus), tatlı su akvaryum balıkları ekosistemi içinde en yetiştiriciliği en fazla yapılan türlerin başında geliyor. Bu balık Güney Amerika’nın büyük çiklidlerinden. Oldukça zeki, kişilikli ve iştahlı bir balık. Minimum 340 - 350 litrelik tanklarda yaşamaya uygun. Bu da nereden baksanız 1.5 metre uzunluğunda, 60 cm genişliğinde ve 40 cm yüksekliğinde bir tanka tekabul ediyor.

Kırmızı kuyruklu köpekbalığı (Epalzeorhyncus bicolor) akvaryumdaki bir diğer popüler balık. Bölgesel sahiplenme davranışı nedeniyle halka yönelik akvaryumlarda tercih edilme sebebi. Tuzlu su balıkları içinde Kraliyet gramması’nı saymıştım, bu da ona benzer şekilde iki renkli. Fakat gövdesi siyah renkli ve kuyruğu kırmızı. 200 lt civarındaki akvaryumlarda rahatlıkla beslenebiliyor. Bu arada, ismi sizi yanıtlmasın, bu balığın yalnızca ismi köpekbalığı olarak geçiyor, balık taksonomik olarak sazangillerden.

Gümüş arowana (Osteoglossum bicirrhosum) balığının takma adı ejderha balık. Gerçekten çok büyüyebiliyor ve bu balık için 800 lt civarında olması tavsiye ediliyor. Balığın parıldayan pulları bazı bölgelerde kültürel popülaritesini arttırıyor.

Amazon yelkenli yayın balığı, bizim yaygın şekilde bildiğimiz ismiyle Vatoz, yada kaplan vatozu. Bir başka ismi de zırhlı yayın balığı. Adından anlaşılabileceği gibi Amazon’dan geliyor. Pterygoplichthys pardalis ve Ancistrus temuispinis gibi popüler türleri akvaryumlardaki popüler yosun tüketicileri. Bu altına saklanabilecek dal parçacıkları yada kaya oyuntuları ister. Zor şartlara dayanıklı bir balıktır.

Discus balığı (Symphysodon discus)

Diske benzeyen yassı gövdesiyle ve geniş spektumda göz alıcı renkleriyle akvaryumların gözdesidir. Latin Amerika'nın sığ sularından gelen bu narin canlılar, sakin ve zarif tavırlarıyla akvaryumlara huzur katar. 15 - 20 cm boyutlarındaki bu balığın renkleri arasında kırmızı, mavi, turuncu ve yeşil gibi pek çok renk ve bu renklerin ara tonları bulunur. Ortalama yaşam süresi 10-15 yıl olan bu balıkların tercih ettiği su sıcaklığı 25-30 °C arasındadır ve yumuşak sularda yaşarlar. Discus balıkları yüksek kaliteli suları sever ve canlı yemlerle yada kaliteli granüllerle beslenir. Geniş ve bitkili akvaryumlarda iyi yaşarlar.

Son olarak, küçük, orta yada büyük ölçekteki herhangi bir akvaryumda karşınıza çıkabilecek olan Japon balığı (Carassius auratus) var. Bunu biz japon diye biliyoruz ama aslında altınbalık olarak biliniyor ve evcilleştirilen ilk balık olduğu ricaey ediliyor. Çok farklı renkleri ve türleri var, hatta havuzlarda yaşayan Koi balıkları da bu balıklarla akraba.


En popüler tuzlu su akvaryumu balıkları hangileri?

Tuzlu su akvaryumlarında tutulmak için yetiştiriciliği yapılan en yaygın balıkların başında bizim “Kayıp Balık Nemo” filminden de bildiğimiz ikonik turuncu balık olan Palyaço balığı (Amphiprion ocellaris) var. Bu balık yakalaması ve yetiştirilmesi oldukça kolay olan balıklardan.

Alev Meleği (Centropyge loriculus) ise bir diğer önemli ve yaygın tuzlu akvaryum balığı türü. Çok dikkat çekici turuncu renkli ve üstünde mavi desenleri var, oldukça zarif ve barışçıl bir balık. Bu balığın yetiştiriciliği için büyük tanklar ve yaşayan kayalara ihtiyaç var.

Limon yelkeni (Zebrasoma flavescens), bir diğer popüler tuzlu su akvaryum balığı. Bu balık oldukça parlak sarı renkli ve dikkat çekici. Genellikle yosunca zengin sularda bulunur ve içine dahil edildiği akvaryumlara değer katar. Bu bölgesel olabilir ve geniş tanklarda yaşamayı sever.

Benekli cerrah balığı (Ctenochaetus strigosus) bir diğer önemli tuzlu su akvaryumu türü. Bu balık otçul olduğundan tankın içindeki alglerin büyümesini kontrol altında tutmak için ideal seçimlerden biridir. Limon yelkeninden daha küçük ve daha az agresif bir balıktır. Eğer Limon yelkenini tutabilecek kadar büyük bir tank hacminiz yoksa benekli cerrah balığını tercih edebilirsiniz.

Tebeşir levreği (Serranus tortugarum), içinde orfozların da yer aldığı Serranidae ailesinden geliyor. Bu uysal ve oldukça barışçıl bir balık. Her ne kadar diğer balıklar kadar renkli olmasa da ilginç kişiliği ve sevimli dış görünüşüyle genellikle halk akvaryumları için ilk tercih edilenler arasında.

Kraliyet gramması olarak da bilinen Peri Baslet (Gramma loreto), pembe ve sarı renkleriyle oldukça dikkat çekici bir balık, bu balık akvaryuma dahil edildiğinde akvaryuma canlılık ve hareket katıyorlar. Nano tanklar için  çok uygunlar.

Ateş gobi (Nemateleotris magnifica) küçük ve kırmızılı bir balık ve pico tanklarda tutmak için ideal türlerden biri. Barışçıl ve sakin bir balık ve canlı renkleriyle, akvaryumların içinde gerçekten dikkat çekiciler.

Banggai kardinal balığı (Pterapogon kauderni) gerek vücut şekliyle gerekse ilginç üreme metoduyla kendine has bir hedef kitlesi olan bir balık. Uzun yüzgeçleri ve kuyruğu ile geleneksel balık algısının dışında kalıyor ve beyaz üzerine siyah bantlarıyla dikkat çekiyor. Bu balığı ilginç kılan şey ise erkek bireylerin yumurtaları ağzında taşıyor olması.

Yeşil kromis (Chromis viridis), tıpkı Tebeşir levreği gibi halka yönelik akvaryumlarda tutulan, gümüşi yeşil renkli ve sürü halinde olduklarında içinde tutulduğu akvaryumun içinde ilgi çeken bir balık. Tipik şekilde diğer balıklar gibi barışçıl. Zor koşullara karşı dayanıklı olması da akvaryumlar için tercih edilmesinin nedenleri arasında.

Mandarin gobi (Synchiropus splendidus) oldukça renkli ve dikkat çekici bir başka balık. Diğer balık türleriyle kıyaslandığında bakımı biraz daha zor gibi görünse de iyi ve sağlıklı görüntü elde etmeye değer bir çaba. Mandarin gobinin tutulduğu tankın iyi koşullarda olması, canlı kayalarla desteklenmesi ve balığın da canlı yemle beslenmesi gerekir.

Süs balıkçılığını gözden kaçırıyor muyuz?

Süs balıkçılığı, gıda olarak tüketilmek üzere yetiştirilmiş balıkların dışında, kendi büyüklüğü ile önemli bir iş kolu olup, özellikle deniz süs balıkları yetiştiriciliği yaklaşık $5B bir hacme sahiptir. Su bitkilerini işin içine kattığınızda ise bu hacim düşündüğünüzden daha fazlasına tekabul ediyor.

Genellikle beslenme ve protein ihtiyacının karşılanmasına odaklandığımız su ürünleri sektöründe, süs balıkçılığı için yetiştiricilik göreceli olarak çok fazla ilgi görmeyen fakat bunun aksine çok önemli bir iş kolu. Burası akvaryum balıkları, su bitkileri, mercanlar ve akvaryumda yetiştirmeye uygun olan yumuşakçaların yetiştirilmesini kapsayan ve çevre koşullarından çok az etkilenerek yaklaşık 70 yıldır sessizce ilerleyen bir iş kolu.

Süs balıkçılığı, en az deniz balıklarının yetiştiriciliği kadar önemli. Çünkü yaklaşık 1000 tatlı su balığı akvaryumlarda beslenebiliyor bunlar ticari mal olarak değerlendiriliyor. Bu balıkların %90'ının yetiştiricilikten geldiğini söylemek yanlış olmaz.

Bu balıkların üretim kaynaklarına baktığımızda, tıpkı tüketilebilir bir su ürünü olan karides gibi Avrupa'nın jeolojik konumuna göre Uzakdoğu ülkeleri olan Çin, Singapur, Endonezya ve Hindistan'ın başı çektiğini görüyoruz, ancak coğrafi konumu nedeniyle akvaryum balıkları, Afrika ve Güney Amerika'dan (özellikle Piranha gibi türler) avcılık ve su ürünleri yetiştiriciliği yoluyla tüm dünyaya tedarik edilmekte.

Çiftliklerde yapılan yetiştiricilik pazarı da göreceli olarak yeni bir metod sayılabilecek olan doku kültürü ürünleriyle büyüyor. Sektör, bazı tatlı su türlerinin yanı sıra birçok farklı özelliğe sahip balıkları da üretiyor.

Deniz süs balıkları yetiştiriciliği, tatlı su türlerine göre nispeten az sayıda çiftlikte ve yaklaşık 100 kadar farklı türü kapsamakta.. Endonezya gibi Güney Asya ülkelerinden ve Filipinler, Fiji, Vanuatu gibi bazı Pasifik ada ülkelerinden yakalanan 1.800'ün üzerinde de yabani tür bulunuyor. Bu sayıyı, okyanuslardan uzaklarda yetiştirilen yaklaşık 150 mercan türü takip ederken, yabani türlerin sayısı da artıyor. Akvaryumlarda bakımı giderek daha popüler hale gelen yakalanan yumuşakçaların sayısı ise 700 kadar, ancak çok azı kontrollü koşullar altında kültüre alınmakta ve üretimleri gerçekleştirilmekte.

Akvaryumda balık yetiştirmek söz konusu olduğunda önümüze pek çok seçenek çıkar ve bu balıkların seçimi biraz da bütçeye, imkanlara, su bulunabilirliğine ve talebe göre değilir. Tuzlu su ve tatlı sularda yaşayan onlarca farklı balık türü olmakla birlikte, bunların içinden bazıları diğerlerinin arasından sıyrılarak öne çıkar ve akvaryumlar tutulmak üzere yaygın şekilde yetiştirilir.

Süs balığı yetiştiriciliği kuluçkahanede başlar ve orada biter.

Tüketilebilir su ürünleri yetiştiriciliği hakkında konuştuğumuzda, politika ve süreç yönetimleri tesisten tesise yada hedeflenen amaca yönelik değişiklik gösterebilmekle birlikte; tesisler genellikle kuluçkahane, yetiştirme, yetiştirme, kafesler/göletler ve işleme bölümlerinden oluşur. Süs balığı yetiştiriciliğinde ise tüm süreç, balıkların yumurtalarının döllendirildiği kuluçkahanede başlar ve biter. Bu nitelik, süs su ürünleri yetiştiriciliğinin daha az sermaye ve işletme gideri ile karakterize edildiği ve büyük ölçekli mali kayıp riskinin daha az olduğu anlamına gelir.

Süs balığı yetiştiriciliğinde kullanılan yemin maliyeti de tüketim balığı yetiştiriciliğine göre daha azdır. Tüketimlik balık yetiştiriciliğinde de yem çok büyük bir maliyet kalemi olarak hep hesap edilir. Bugün herhangi bir akvaryumda gördüğünüz birçok balık, ortalama 6 ay içerisinde 2 – 5 cm büyüklüğe ulaşarak rahatlıkla satılabilmektedir.

Tatlı su süs balığı türlerine göre 10 kata kadar daha fazla kazanç.

Süs balığı yetiştiriciliğinin, genel su ürünleri yetiştiriciliği içinde kazanç bakımından oldukça önemli ve dikkate değer bir yerde olduğundan bahsetmiştim. Bu kategori içinde de bazı sıralamalar yapmamız mümkün.

Tatlı suda yaşayan süs balıklarının yetiştiriciliği göreceli olarak daha kolay ve basit bir başlangıç kitiyle sağlanabiliyor., Tuzlu su türlerinin yetiştiriciliğine başlamak içinse kitleriniz daha farklı ve tatlı suya göre karmaşık kaçıyor, dolayısıyla sermayesi de tatlı suya göre daha yüksek. Ayrıa teknik uzmanlık bilgisi ile deneyim ve beceri konusunda da biraz daha birikim gerektiriyor. Bunlara bağlı olarak tuzlu su akvaryumlarının kurulum, bakım ve işletmelerinden elde edilen kazanç da daha fazla oluyor, kaldı ki bunların içindeki balıkların fiyatları da tatlı su türlerine göre daha yüksekte kalıyor.

Deniz koruma alanları oluşturmak ve kıyıları korumak neden odağımızda olmalıdır?

İnsan faaliyetleri neticesinde zarar gören kıyı ve denizlerin devamını sağlamak için koruma alanları oluşturmak zorundayız.

Günümüzde hem Türkiye, hem Avrupa hem de tüm dünya kıyılarını etkileyen bazı ciddi sorunlar var ve bu sorunlar kıyıların fiziksel, kimyasal ve biyolojik şekillerini kalıcı olarak bozarak kıyılara zarar veriyor. Bu sorunları bir kaç başlık altında listelemek gerekirse eğer; bilinçsiz ve kontrolsüz tarım ve balıkçılık faaliyetleri, agresif stratejilerle yürütülen enerji üretim işleri ve çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yada çevreye olan etkileri göz ardı edilerek sürdürülen turizm gibi insan kaynaklı faaliyetler ilk sırada sayılabilir.

Bununla birlikte yaşanan iklim değişikliği, suların ısınması, yeni su yollarının gerek deniz yükselmeleri gerekse insan faaliyetleri neticesinde açılması, farklı ekolojik özellikteki suların birbirine karışması ve yıkıcı hava olaylarına bağlı olarak su altı resiflerinin yıkıma uğraması gibi yine ucu insana dayanabilen fakat doğada kendiliğinden de oluşabilen durumlar sayılabilir.

Flora; yani bitki örtüsü ve fauna; yani hayvan örtüsü üzerinde meydana gelen ve ucu insan faaliyetlerine de dayanan nedeniyle ortaya çıkan baskılar ve yaşanan değişiklikler, koruma çabalarıyla yavaşlatılabilir yada iyi bir yönetimle tamamen ortadan kaldırılabilir. Eğer bir ekosistem parçacığı içindeki bozulmaya karşı kararlı bir koruma önlemi almazsak, başta bazı canlıların neslinin tükenmesi olmak üzere, ekosistem parçacığı içinde ekolojik çölleşmeden bahsetmemiz kaçınılmaz bir gerçek.

Ekosistem parçacığını kurtarmak için alınan koruma aksiyonları tek başına yeterli değildir, insan faaliyetlerini durduran taahhütler de alınmalı ve kıyılarla deniz alanlarının korunmasını sağlamak için bu taahhütlere uyulması sağlanmalı; hatta yıkıcı yaptırımlarla zorunlu kılınmalıdır.

Kıyıların korunmasına katkıda bulunmak kimin görevi olmalı?

Yalnızca sivil halkın bunu tek başına başarması oldukça zor görünüyor. Kıyısal ve denizel koruma alanlarının oluşturulması için kapsamlı devlet desteğinin yaratılması ve devletlerin bu konudaki desteklerinin alınması şart.

Dünyanın kıyı bölgelerinin yalnızca yüzde 15,5'i ekolojik olarak bozulmamış durumda.

Kıyı bozulmaları git gide küresel bir sorun haline geliyor. Queensland üniversitesinin sunduğu bir araştırmanın raporunu indirerek kıyı bozulmalarının etkilerine daha geniş bir perspektiften bakabilirsiniz.

Değerli okyanus ve kıyı alanlarını korumak, yalnızca önemli yaşam alanlarını ve diğer doğal kaynakları korumakla kalmaz. Aynı zamanda, bir alan bozulduktan veya kaybolduktan sonra maliyetli ve bilimsel olarak belirsiz restorasyon çabalarına girişme ihtiyacını da ortadan kaldırır diyor ABD Okyanus Politikası Komisyonu tarafından derlenen ve UNT Library Resources tarafından arşivlenen bir rapor.

Kıyıların korunması ile ilgili aksiyonları almak ve bu aksiyonları uygulamak yönünde çaba sarf etmek, bilinçsiz tarım aktivitelerini ve su ürünleri yetiştiriciliğini, denetlenmeyen turizm faaliyetlerini ve atıkların kontrollü bertarafının yönetimini, enerji üretimi ve kıyıyla etkileşim içinde yapılan diğer eylemlerin yarattığı kötü etkileri azaltmaya yardımcı olur.

Neden daha fazla deniz koruma alanımız olmalı?

WWF, koruma alanını “ekolojik öneminden ötürü koruma altına alınmış olan deniz ve kıyı dilimleri” olarak tanımlanmış. Bu alanların oluşturulmasındaki temel nedeni aslında basit; alanların tehlikelere karşı korunmasının gerekliliği. Balıkçılık yönünden konuşmamız gerekirse eğer, balıkçılık faaliyetlerinin sürdürülmesi için gerekli olan kaynakların devamlı şekilde oluşması için güvenilir alanların sağlanması, deniz koruma alanlarının oluşturulması için tek başına yeterli bir gerekçe.

Akdeniz, dünyadaki toplam su yüzey alanının %4’ünden azını kapladığı halde, denizel canlı türlerinin %10’una ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in önemli sakinleri arasında ise deniz kaplumbağaları, yüzgeçli balinalar ve okyanus hayatında önemli bir rol oynayan deniz çayırları Posidonia oceanica sayılabilir. Bunların yanında onlarca farklı türdeki köpekbalığı, ekonomik değeri de olan balıklar, karidesler ve ahtapotlar yer alıyor. Genel olarak baktığımızda, Akdeniz’de yaklaşık olarak 18.000 bitki ve hayvan türü yaşadığını söyleyebiliriz. Bunların nerdeyse 1/3’ü dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, 2020 yılına kadar Akdeniz’in toplam yüzeyinin %10’unu koruma altına almayı taahhüt ettiler ancak bugün, Akdeniz’in %4’ünden azı koruma altında ve mevcut olan deniz koruma alanlarının çoğunun iyi bir yönetim planı yok. Bu da gerek ekolojik gerekse balıkçılık yönünden değerlendirdiğimizde, Akdeniz’in geleceği konusunda büyük risklerin var olduğunu gösteriyor.

Koruma alanlarına balıkçılık yönünden bakarsak eğer, deniz koruma alanlarının balık ve diğer balıkçılık mahsüllerinin doğal stoklarının toparlanmasını mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarıyla birlikte deniz koruma alanlarının teşvik edilmesi, yerel balıkçıların deniz mahsullerinden devamlı fayda sağlamasını ve kıyıda yaşayanların yerli halkınd da bu faydadan mümkün olan en güvenilir şekilde yararlanmasına katkı sağlayacaktır.

Geleneksel balıkçılık Akdeniz’in kimliğinin bir parçası ve kendi çanağının içinde yarım milyon insana istihdam sağlayan önemli bir iş kolu. Fakat bu iş kolunun geleceği de tıpkı denizleri doğrudan etkileyen aşırı avcılık ve kirlilik gibi nedenlerle doğrudan tehlike altında. Türkiye’de faaliyet gösteren bir gözlem grubu olan Mikroplastik Araştırma Grubu’nun sağladığı verilere göz atarak kirliliğin Akdeniz havzası üzerindeki etkilerini daha anlaşılır biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Deniz koruma alanlarının balıkçılığa faydaları neler?

  • Deniz koruma alanlarına (DKA) yerleşmiş olan daha yaşlı dişi balıklar üreme aktivitesi yönünden genç balıklara göre daha üretkendir. Çünkü balık büyüdükçe döktüğü yumurta miktarı da artar. Böylece türün devamının sağlanması ihtimali artar. Halihazırda, doğal besin zinciri dışından bir avcı da olmadığı için daha kolay ve hızlı bir toparlanmadan söz edilebilir.
  • Yumurtlama, DKA içinde normal yerlere göre bin kat daha fazla olabilir. Çünkü yumurtlamayı etkileyen stres faktörleri daha azdır. Av olma ihtimalinin de bir stres faktörü olduğu unutulmamalıdır. Koruma alanları içinde de doğal avcılık davranışları sürmekle birlikte, ekstradan bir av baskısı yoktur veya dikkate alınacak kadar yüksek bir seviyede değildir.
  • Deniz koruma alanları, çevreleriyle doğrudan etkileşim içindedir. Koruma altına alınmış olan alanlardaki yumurtalar ve ortaya çıkmış yeni bireyler, akıntı ve dalgaların yardımıyla koruma alanı olarak ayrılmış bölgenin dışına da taşınarak, ekolojik yönden düşündüğümüzde, bölgenin dışının da iyileşmesine önemli katkı sağlar.
  • Akdeniz’deki birçok balık türü yumurtalarını bırakmak için “yuva” yapar. Deniz koruma alanlarında yapılmış yuvalar şu yüzden önemlidir; dibi kazıyan balıkçılık aktiviteleri olmadığı için yuvalar bozulmaz, yuvalar bozulmadığı için de balıkların nesillerini devam ettirmesi daha kolay olur.
  • Verimli bir deniz koruma alanında, balık ve diğer türlerin toparlanması çok uzun sürmez. Deniz koruma alanlarındaki balık nüfusu 3.4 kata kadar artabilir. Bu da yalnızca alanın ekolojik nüfusunu değil tüm bölgenin nüfusunu olumlu yönde etkiler.

Eğer bugün denizi, deniz altı yaşamını ve denizden elde ettiğimiz faydaları korumak istiyorsak, daha fazla deniz koruma alanı oluşturmalı ve bu alanların geliştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz.


Tarih boyunca Lüfer ve Lüfer balığının geleceği

Tarihin akışı boyunca, lüfer hayranlık uyandıran bir cazibe ürünü olmasının yanında kıyı toplumları için bir besin kaynağı da oldu. Eski Yunanlılar onun savaşçı ruhlu olduğunu düşünürken Ege’nin bu kıyısında, Osmanlı İmparatorluğunun zengin ve verimli topraklarında ancak krallara layık bir lezzet olarak tanımlandı. Günümüzde ise yerel balıkçıların gözünde avlanabilecek en değerli balıklardan biri ve halen yerel ekonomilerde hayati bir bileşen.

Lüfer mitolojide de kendinden bahsettiren önemli bir figür. Bunlardan ilki Yunan tanrılarından Poseidon ile ilgili. Poseidon'un atlar tarafından çekilen arabasıyla Lüfer balığının çevikliği ilişkilendirilir. Bu da lüferi ilahi varlıklarla ilişkiliymiş gibi gösteren bağlantılardandır.

Daha önce de bahsettiğim üzere, Lüfer yırtıcı ve hırçınca bir balık. Bu özelliği antik Yunan’da da dikkat çekmiş olacak ki, keskin dişleri ve amansızca av arayışı o zamanlarda da oldukça değerli meziyetler sayılan güç ve cesaretin simgesi olarak kabul görmüş.

Bu balık genellikle bollukla ve bereketle ilişkilendirilmiş bir tür, aynı zamanda oldukça da lezzetli. Bu nedenle tanrılara sunulan adaklar arasında da olması oldukça yüksek bir ihtimal. Bazı anlatımlarda lüferin başarılı, bereketli ve bollukla geçen balık sezonunda Poseidon ve Athena gibi tanrılara sunulduğu geçiyor.

Lüferin belli bir düzen dahilinde olmayan göçleri anlaşılan kehanetlere ve bu davranışın değişim alametleri olarak yorumlanmasına neden olmuş. Lüferin ani gelişi yada birden ortadan yok oluşu iyi veya kötü şansa yorulmuş.

Anlayacağınız, hikayelerde geçen bu davranışların doğrudan lüferle bir ilgisi olmamakla birlikte balığın varlığı, onu saygı duyulan ve üzerine hikayeler yazılan bir varlık olmasını desteklemiş. Tanrılarla bağlantısı, sembolik nitelikleri, ritüeller ve sanattaki rolü, onun antik Yunan dünyasındaki yerinin anlaşılmasına katkıda bulunuyor.

Biraz daha uzaklara gittiğimizde, lüferle ilgili başka efsanelerle de karşılaşıyoruz. Mauri dilinde lüfer denizlerin efendisi olarak da tanımlanan tanrı Tangaroa ile ilişkilendirilmiş. Bazılarına göre bu balık Tangaroa’nın bir habercisi ve okyanuslarla insanların dünyası arasında haberci. Diğer bir inanış, lüferin dünyadan göçüp gidenlerle bağlantı sağlayan bir araç olduğu. Lüfer sayesinde insanlar alemler arasında güvenli şekilde geçiş yapabiliyorlar.

Lüferle ilgili hikayeler bitmedi, bu sefer de dünyanın öte yanına, Japonya’ya gidiyoruz. Japon kültüründe aozora olarak bilinen lüfer, dönüşüm yeteneğine sahip bir canlı olarak tasvir ediliyor. Bazı balıkçıların denize dönmeden önce bilgelik sunan ve dilekleri yerine getiren insan şekline dönüşmüş lüferler gördüğüne dair hikayeler anlatılıyor. Bu hikayeler insanlarla doğal dünya arasındaki mistik bağlantıyı vurguluyor.

Kuzey Amerika’ya gittiğimizde, bu balığın yerliler için oldukça önemli sayıldığından bahsetmeden geçemeyiz. Wampanoag gibi bazı kabileler lüferi bolluk ve refahın sembolü olarak görüyordu. Lüferi hayatlarındaki çeşitli ritüellere dahil ettiler ve bereketli bir hasat dönemi geçirmek ve iyi şans için lüferi kutsamayı ihmal etmediler.

Kelt efsanelerinde yalnızca lüfere odaklanmayan fakat balıkların genellikle hızlı ve çevik oluşlarından mesnet alan bazı hikayeler var. Lüferin hızı ve gücü onu bu efsanevi yaratıklarla aynı hizaya getirmiş ve ona Kelt kültürlerinde saygı ve hürmet kazandırmış olabilir.

Lüferin geleceği 

Denizdeki pek çok türün de başında olan sorunlar Lüferi de ilgilendiriyor ve belirsizlik bu balığın parlak pullarının üzerine karamsar bir gölge düşürüyor. Aşırı avcılık, balığın doğal yaşam alanlarındaki bozulma başta olmak üzere su altındaki ekolojik dengeyi bozan pek çok unsurdan tabii ki Lüfer de muzdarip.

Lüfer su altında yalnızca önemli ve gözalıcı bir yırtıcı yada sofralarımızda vazgeçilmez bir lezzet değil. Geçmişimizi oluşturan efsanelerin bugün yaşayan bir sembolü, yaşamın sürdürülebilir olduğunun ve kalıcılığının bir ıspatı ve belkide dünyanın bize sunduğu ve onları korumamızın gerekliliğini hatırlatan önemli bir imge.

Bu balığın geleceğini korumak için alacağımız önlemleri, denizle ilgili diğer kriterlerden ayrı bir yere koyamayız. Bugün denizden elde ettiğimiz faydayı gelecek nesillere de sağlayabilmek için baız önlemleri almak zorundayız. Bunlara bazı örnekler şöyle sıralanabilir:

ASC yada MSC gibi kuruluşlar tarafından sertifikalanmış deniz mahsüllerini tüketmeye özen gösterebilirsiniz. Bu standartlar balıkların ve balıkların yetiştiriciliğinin yapıldığı çiftliklerin kendi içlerinde ve çevreleriyle olan sosyal ilişkilerini iyileştirmek konusunda oldukça önemli kriterlerin yerine getirilmesini şart koşuyor.

Fotoğraf: elevated wild

Lüfer balığının iki deniz arasındaki macerası

Lüfer, Karadeniz ile Marmara Denizi arasında akıntıları ve rüzgarları takip ederek göç eden bir balık, uçarı bir gezgin, dizginlenemez bir maceracı. Bu göçün nedeni ise aslında oldukça tanıdık ve belki de insanî; beslenme, kışlama yada yazlama hatta daha iyi şartlar altında üreme.

İlkbahar aylarında Karadeniz’in ısınmasıyla birlikte daldığı kış uykusundan uyanan Lüfer, besin yönünden oldukça zengin olan Marmara denizine doğru hareket eder. Planktonca zengin olan bu sulara doğru başlayan göç, deniz altı ekosisteminin tümüne fayda sağlayan bir beslenme çılgınlığını da tetikliyor.
İlkbahar ve yaz ayları boyunca Marmara’nın her bakımdan zengin sularında avlanıp beslenen Lüfer, kuzeye doğru çıkacakları uzun ve zahmetli yolculuk için enerji ve biraz da moral depoladıktan sonra, hayatlarındaki en önemli işlevi yerine getirmek için artık hazırdır: Yumurtlamak.

Eylül ayı geldiğinde  günler belirgin şekilde kısalmaya başladığında ve güneş ışığının dünyaya geliş açısı da bariz şekilde kırıldığında Lüfer için göç zamanı tekrar gelir. Doğada hayatta kalmak konusunda ustalaşmış olan her hayvanın içindeki hatasız çalışan pusula bu sefer Lüfer’e yeniden kuzeye doğru yola çıkmasını ve yumurtlamak için hazırlanmasını işaret eder ve böylece balığın Marmara’dan Karadeniz’e olan yolculuğu da başlar.

Ekim ve kasım ayları, lüferin Karadeniz’de üremesi için en elverişli koşulları sağlar. Avcılardan korunarak ve bol miktarda bulunan yiyeceklerin eşliğinde yumurta bırakarak bir sonraki neslin oluşmasını sağlarlar. Yumurtlama işinin tamamladıktan sonra erişkin lüferler derine doğru göç ederler ve Karadeniz’in derin, karanlık ve soğuk sularında yeni bir “kış uykusu”na hazırlanırlar. Metabolizmanın oldukça yavaşladığı durgun dönem, balığın bir sonraki mevsim dönümünde yeniden aynı göçü gerçekleştirmesi için gerekli olan enerjiyi depolaması için de fırsat sağlar.

Lüferin göçü, bir yerden bir yere gerçekleşen sıradan ve basit dinamiklerle sabit değildir. Bu balık fırsatçı besleyicidir ve göç rotasının belirlenmesinde besin bulunabilirliği ve denizdeki akıntıların yönleri oldukça önemlidir. Genellikle küçük balık sürülerini takip ettikleri için denizde oldukça hareketli bir gösteri yaparlar.

Fotoğraf: BJ Stacey @ flickr

Abarttığımız kadar var mı: Lüfer

Boğazın kendi halinde ışıldayan ve yer yer de güçlenerek akıntılar yaratan sularına oltasını sallamış olan bir balıkçının iğnesine gümüşi mavi renkli bir balık takılıyor ve balık kaçmaya çalışsa da balıkçının onu bırakmaya niyeti yok. Bu çeşitli zamanlarda boğazdan tutabileceğiniz herhangi bir balık değil, o bugün hikaye olarak anlatılan eski mitlerde adı geçen gerçek bir efsane: Lüfer.

Bu benzersiz yırtıcı, Avrupa ve Asya arasındaki stratejik su yollarında binlerce yıldır gidip geliyor, göreceli olarak kendinden daha şanssız olan avını yakalıyor ve yaşamaya devam ediyor; yada devam etmeye çalışıyor. Homerik mitlerden bugünün modern, kozmopolit ve karmaşasıyla yükselen şehri İstanbul ile tarih boyunca pek çok hikayede adı geçen Çanakkale arasında, lüfer imparatorlukların yükselişine ve düşüşüne, kültürlerin birbiriyle çatışmasına ve insanlık tarihinin gelgitlerine tanıklık etti. Hem de dünyanın hemen hemen tüm denizlerinde; Lüfer dünya üzerinde bulabileceğiniz en yaygın balıklardan yalnızca biri.

Lüfer balığının taksonomik yeri ve özellikleri

Pomatomidae ailesi içinde yer alan Lüferin latince ismi Pomatomus saltatrix. Uzun, hafif iğ şekilli vücudunun ucunda küt ve büyük bir kafası var. Dişleri ise oldukça keskin. Lüferi diğer balıklardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi büyük ve çatallı kuyruğu ve benzersiz rengi. Zaten balığa adını veren de bu gümüşsü-mavi rengi. Körfezlerde, haliçlerde ve resiflerin kıyılarında yaşam alanı bulurken hemen hemen dünyadaki tüm denizlerde bulunur. Etobur bir balıktır ve sportif avcılıkta özellikle aranan bir türdür.

Bu balığı neyin özel yaptığını hiç düşündünüz mü?

Yanardöner pullarla süslenmiş gövdesi, balık sudan tam çıkarken güneş ışığıyla dans ediyormuş gibi görünmüyor mu? Peki ya minyatür birer hançeri andıran sivri dişleri düşlerimizde bizi korkutan korkunç bir yaşam biçiminin temsili değil mi? Bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan avını arayışı işe balıkçıların ona verdiği ismi sonuna kadar hak etmesini sağlıyor.

Fiziksel özelliklerinin ötesinde Lüfer, su altı ekosisteminde benzersiz bir halkayı oluşturan özel bir balık. Besin zincirinin en üstünde yer alan avcılardan olması nedeniyle, suyun altındaki dengenin devam ettirilmesinde oldukça hayati bir öneme sahip. Lüferin varlığı İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kullanan yada orada yaşamını devam ettiren pek çok türün sağlıklı bir şekilde yaşamasını ve soylarını devam ettirmesini sağlayan bir garanti gibi.

Aynı balığın farklı büyüklüklerdeki hallerine farklı isimler vermek yalnızca Lüfer’e özgü değil. Bu balık, hayatının farklı aşamalarında defne yaprağı, çinekop, sarıkanat, kofana ve sırtıkara gibi isimlerle de tanınıyor.

Fotoğraf: fishmasters.com

Gıda takviyesi olarak Omega-3 yağ asitleri

Dengeli bir beslenme alışkanlığı dahilinde, somon, ton balığı, mezgit ve sardalyagiller Omega-3’leri yeterli miktarda almanız için doğru kaynaklar olarak tanımlanabilir. Fakat bu balıkları düzenli olarak tüketmek konusuda sıkıntı çekenler yada belirli bir sağlık sorun nedeniyle balığı bu formda yiyemeyenler için gıda takviyesi formunda omega-3 kaynakları doğru çözüm olarak tavsiye edilebilir.

Gıda takviyeleri şu anda büyük bir pazar ve özellikle konu omega-3 olduğunda karşınıza pek çok seçenek çıkacak. Bunların içinden doğru, işinize yarayacak ve size beklendiğiniz faydaları sağlayacak olanları seçmek oldukça önemli.

Piyasada bulacağınız pek çok Omega-3 yağ asidinin kaynağı genellikle yağlı balıklar. Satın almak istediğiniz ürünün içeriğindeki yağın kaynağının soğuk sularda yaşayan vahşi balıklardan ve kirlilikten uzaktan geldiğinden mümkün olduğu kadar emin olmanız önemli. Bunun yanında alg bazlı Omega-3 yağ asitleri de var, bunlar da vejeteryan ve vegan beslenme alışkanlığına sahip insanların tüketiminde son zamanlarda yükselen bir değer.

Takviye edici gıdalar kadar bunların saflığı da önemli. Gıda takviyeleri civa, PCB yada ona benzer başka hiç bir kirleticiyi içermemeli. Üçüncü parti sertifikasyonlar da size güven sağlayacak başka bir kriter. Lütfen satın almadan önce gıda takviyesinin içindeki hammaddenin hangi organizasyon tarafından sertifikalandırıldığını kontrol edin.

Hangisi için olursa olsun, yeni bir gıda takviyesi kullanmaya başlamadan önce mutlaka sağlık danışmanlığını aldığınz sağlık profesyonelinden yardım almayı ihmal etmeyin. Masum bir beslenme takviyesi gibi görünüyor olsa bile, bu Omega-3 için de geçerli. Uzmanınız size çeşitli tahlillerin neticesinde kullanmanız gereken miktarı, günlük kullanım dozunuzu, gerekli olan bir başka bilgiyi, etkileşim mekanizmalarını anlatacaktır.

Omega-3 yağ asitleri yaşamınız için gerekli, hayati rol oynayan ve çeşitli fonksiyonların gerçekleşmesini üstlenen besin maddeleri. Deniz ürünlerinden yada başka diğer kaynaklardan Omega-3 yağ asitlerini almanız vücudunuzun ihtiyaç duyduğu yakıtı ona vermenizi sağlayacaktır.

Hangisi daha iyi bir Omega-3 yağ asidi kaynağı; somon mu kril mi?

Hemen hemen tüm deniz mahsüllerinin Omega-3 içerdiğini söyleyebiliriz, fakat bazılarının muhteviyatı diğerlerinden daha yüksek. Bunların içinde somon balığı bir pazarlama dehası olarak içlerinde en fazla öne çıkanlardan. Bu tabii ki, iki önemli omega-3 yağ asidi çeşidi olan EPA ve DHA içermediği anlamına gelmiyor.

Bununla birlikte küçük karidesçiklere benzeyen ve genellikle pembemsi kırmızı renkte olan kril bir başka iyi ve insan vücudunun emebildiği türden bir omega-3 yağ asidi kaynağı. Daha büyük olan karides sandığımızın aksine kril kadar değil de ortalama miktarda omega-3 sağlayan bir diğer kaynak.

Burada sanırım biraz kril’e odaklanmamız lazım.

Kril, yumuşakçalar içinde karides benzeri bir canlı ve okyanustaki besin zinciri içinde oldukça önemli bir yer tutuyor. Okyanusun geri kalanıyla kıyasladığımızda oldukça küçükler, 1-6 cm aralığında. Dünyadaki tüm denizlerde varlar fakat genellikle soğuk ve besin yönünden zengin sularda yaşıyorlar. Burada bahsettiğimiz sular ise aslında Antarktika.

Bu minik karidesçikler, hayatlarının büyük bölümünü açık denizde dikey göçler yaparak geçiriyor. Gün içinde tipik şekilde derin sulardayken geceleri fitoplakton ve diğer mikroplankton ile beslenmek için yüzeye doğru yükseliyorlar.

Bizim balıklardan da bildiğimiz bir davranış şekli olarak, kril de kalabalık ve yoğun sürüler halinde yaşıyor ve besleniyor. Bunun temel sebebi ise bildiğiniz gibi, avcılardan korunmak, daha büyük görünmek ve tabii ki daha fazla besin bulmayı başarmak. Normal şartlar altında, besin sıkıntısı, yaşam koşullarında zorluklar ve tabii ki av olma hali söz konusu olmazsa, Kril ortalama 6 yıl yaşıyor.

Kimler krille besleniyor?

Bu grubun temel avcıları arasında kendilerinden daha büyük olan balıklar, balinalar, penguenler ve tabii ki deniz kuşları var. Oldukça ekstrem koşullar olarak tanımlayabileceğimiz açık deniz şartlarında, kril anlayacağınız pek çok diğer türün önemli bir besin maddesini oluşturuyor.

Omega-3 yağ asitleri vücudunuz için gerekli ve yaşamınızı devam ettirmeniz için hayati rol oynayan bir besin maddesi. Deniz mahsüllerini yada diğer omega-3 yönünden zengin yiyecekleri beslenme alışkanlığınıza dahil etmeniz, vücudunuza ihtiyaç duyduğu yakıtı sağlamak açısından oldukça önemli.

Kriller süzerek beslenen canlılar. Yani solungaçlarından geçen su akımının içindeki plankton benzeri küçük canlılarla besleniyor. Bunu sağlamak için de ayaklarıyla bir su akımı yaratıyorlar.

Kril, taşıdığı değerin fark edilmesinin ardından ticari olarak hem gıda takviyelerinde omega-3 kaynağı olarak kullanılmak hem de su ürünleri yetiştiriciliğinde yem hammaddesi olarak kullanılmak üzere avlanmaya başlandı. Fakat balıkçılığın bilinçsiz ve kontrolsüz şekilde yapıldığı her alanda olduğu gibi, krilin eldesinde de önümüzdeki zamanlar içinde bazı sorunların ortaya çıkması ve krilde yaşanan sorunun tüm deniz yaşamını etkilemesi kaçınılmaz.

Kırmızı et ile Omega yağ asitleri arasındaki ilişkiler

İnek, koyun ve keçi hatta domuz eti insan beslenmesinde uzun süredir var olan ve var olmaya devam edecek olan besin kaynakları arasında. Bu etler protein, demir ve diğer besinler yönünden oldukça zengin olmakla birlikte, kırmızı etin omega-3 yağ asitleri ile olan ilişkisi biraz daha karmaşık ve aynı zamanda pek de anlaşılır değil.

Kırmızı et omega-3 içerir mi? Evet, fakat kısmen, yani balıklar kadar değil. Bunun çeşitli nedenleri var, gelin nasıl olduğuna bir bakalım.

Hayvanın beslenmesi: Yeşil otla beslenen hayvanların etlerindeki omega-3 miktarı daha fazladır. Çünkü yeşilliklerde ALA var, hayvan yediğinde bunu EPA ve DHA’ya çevirmiş oluyor.  EPA ve DHA ise bizim daha fazla fayda sağladığımız formdu. Fakat eğer hayvan yeşil otla değilde tahıl ve kuru otlarla beslendiyse bu ALA içeriği ya azalıyor yada hiç kalmıyor.

Etin kesimi ise buradaki bir başka önemli konu. Adı üstünde, yağdan ve yağ asitlerinden bahsediyoruz. Kırmızı etin yağlı kesimlerinden daha fazla omega-3 elde edebiliriz, fakat yağsız kesimlerden hayır, elde edemeyiz.

Pişirme metodu da bir başka önemli kriter. Kırmızı eti pişirmek için genellikle daha yüksek ısılar kullanıyoruz. Bu yüksek ısı da omega-3’leri bozarak işlevsiz hale getiriyor. Eğer yine de kırmızı etten omega-3 faydası elde etmek istiyorsanız fırınlama, ızgara yada haşlama metodlarını kullanmalısınız.

Kırmızı et, neden doğru bir omega-3 kaynağı olarak düşünülemez?

Kırmızı et bir miktar omega-3 içermesine rağmen, birazdan sayacağım temel nedenlerle dahi, güvenilir ve sürdürülebilir bir omega-3 yağ asidi kaynağı olarak tanımlanamaz.

Bunlar; bu et türünün ihtiyaç duyulan omega-3 miktarını ve formunu karşılamaması, kalp ve diğer hastalıklarla ilişkili olduğu pek çok kez ortaya konan yüksek miktarda  doymuş yağ içermesi ve aslında her ne kadar yeşillikle beslenmiş olsa da, kırmızı etten elde ettiğimiz ALA formunu çok da başarılı bir şekilde EPA ve DHA’ya çeviremiyor oluşumuz olarak sıralanabilir.