Sürdürülebilirlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sürdürülebilirlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rus isimli bir Amerikan havyar üreticisi nasıl sürdürülebilir mersin yetiştiriciliğinde öncü oldu?

Tsar Nicoulai (Çar Nikolay) Çiftliği, sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliğinin geleceğini yeniden şekillendiren Sterling Caviar ve The Fishery Inc.'in de aralarında bulunduğu öncü mersin balığı yetiştiricilerinin bir parçasıdır. UC Davis'te su ürünleri yetiştiriciliği uzmanı ve yardımcı doçent olan Jackson Gross'a göre, Sacramento County'deki bu çiftlikler Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen havyarın yaklaşık %90'ını sağlıyor.

Bu miktar küresel pazarın nispeten küçük bir kısmını oluştursada, AB balıkçılık raporuna göre ABD, 2018 yılında küresel olarak üretilen 380 ton havyarın yaklaşık 18'ini sağladı. Bunun yanında Amerikalı üreticinin fiyatları karşılaştırılabilir ancak biraz daha düşük: Çar Nikolay havyarı ons başına $55 - 400 dolar arasında seyrederken, Rus havyarının ons başına yaklaşık $80 - 800 dolar arasında olduğu ve nadir türlerden gelen havyarlarda dört rakamlı fiyatlarda hakim olduğu görülüyor.

Ancak Kaliforniya'daki bu tedarikçiler, yakındaki nehirlerde kendi halinde yüzen ve yaşamaya devam eden yabani mersin balığı popülasyonunu korurken, yavaş yavaş ve bilinçli bir şekilde havyar endüstrisini dönüştürüyor.

Örneğin Çar Nikolay'daki güneş panelleri yaklaşık 50.000 mersinbalığı barındıran balık tanklarını soğutmak için güneş ışığını güce; balıkların dışkıları ise gübreye dönüştürülüyor. Daha az su kullanmak için yeni sistemler geliştiriyorlar ve balığın daha fazla kısmını kullanmanın yeni yollarını buluyorlar.

Gross, Beyaz mersinbalığının yetiştirilmesi, Kuzey Amerika'da kimsenin hakkında pek fazla konuşmadığı en büyük koruma başarı öykülerinden biridir diyor.

Peki, kulağa Rus gibi gelen bu havyar üreticisi buraya nasıl geldi?

Çar Nikolay aslında ABD'li. İsveçli bir çiftin San Francisco'da kurduğu şirketin pazarlama başarısı. California Sunshine, Inc. ismiyle başladılar fakat pek ilgi görmeyince markayı "Tsar Nicoulai" olarak değiştirdiler.

Mats ve Dafne Engstrom, 1980'lerde deltanın yabani mersinbalığını merak etmeye başlamışlardı. Havyarın Rusya veya İran yerine Kaliforniya'dan gelmesi fikri onları büyüledi. Mersin balığı yetiştiriciliği hareketi daha yeni başlıyordu; Sterling'in selefi 1983 yılında Wilton'da mersin balığı üretimine başlamıştı. İlham alan Engstrom'lar, 1984 yılında, Rus doğumlu UC Davis bilim insanı ve Mersin balığı yetiştiriciliğinin babası olarak anılan Serge Doroshov'un yardımıyla aynı kasabada bir çiftlik açmaya karar verdiler.

Doroshov'un araştırması, ortalama ~122 ila ~183 cm uzunluğunda ve olgunlaştığında ~37 ila ~50 kg olan ancak ~610 cm uzunluğa kadar büyüyebilen bu devasa balıkların, çiftlik ortamında vahşi ortama göre çok daha hızlı olgunluğa ulaşabildiğini buldu, bu oran yıllar geçtikçe hızlandı. Günümüzde, çiftlikteki mersin balıklarının ortalama üreme yaşı, yaban mersin balıklarında görülen 24 yıla kıyasla 6 yıl. Bu değişim, mersin balıklarının beslenme düzenlerini, oksijen seviyelerini ve su sıcaklıklarını optimize eden yetiştiriciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Gross, nesiller boyunca daha hızlı üreyen mersin balıkları, yetiştirilen mersin balığı popülasyonunun genelinde daha büyük bir oranı oluşturmaya başladı diyor.

Ali ve Marai Bolourchi’nin sahipliğindeki balık üretim tesisinde, tanklar sadece güneşten değil, tankları aynı zamanda bir ziyafet için mükemmel bir yer olarak gören şahinlerden de korunuyor. Havuzlarda binlerce fingerling yani yavru haldeki mersin balığı yüzüyor. Yaklaşık on iki kişilik ekip, mersin balıklarının her gelişim aşamasında onlarla ilgilenmek için tesis içinde yaşıyor. Bu görev, oksijen seviyeleri veya sıcaklıklar değişmeye başlarsa akıllı telefon uyarıları gönderen tank teknolojisiyle destekleniyor.

Üçgen çıkıntılardan veya pullardan oluşan zırhlarıyla mersin balıkları sadece tarih öncesinden günümüze gelmeyi başarmış modern fosiller gibi görünmüyor. ABD Balık ve Vahşi Yaşam Servisine göre, bu türün geçmişi 200 milyon yıl öncesine yani dinozorların zamanına kadar uzanıyor. Ancak yaban mersin balıkları, günümüzün değişen dünyasında pek çok diğer tür gibi zorluk çekiyor.

Geçen yaz Delta, San Francisco ve San Pablo Körfezleri’nde büyük bir kırmızı alg patlaması sırasında yüzlerce mersin balığı öldü ve kıyıya vurdu. Bu, Körfez Bölgesi haliçlerinde kaydedilen en büyük mersin balığı ölümlerinden biriydi. Ancak Wilton çiftliğindeki balıklar bu tür tehlikelere karşı da korunuyor. Çiftlik, balık tanklarından çıkan suyu temizlemeye yardımcı olan kapalı devre bir su sistemi kullanıyor. Bu yan ürünler nitrojen ve diğer besinler açısından zengin olduğundan, çiftlik onlarca yıldır bu suyu su sümbüllerinin yetiştirildiği göllere gönderiyor. Buna karşılık bitkiler atık suyu emerek suyu balık tanklarına geri döndürüyor.

Ali Bolourchi, Bunlar temelde doğanın organik biyofiltresi diyor.



Bolourchi ve ekibi, son sekiz yıldır su ve enerji tasarrufu da dahil olmak üzere çeşitli alanlarda sürdürülebilirliği artırmak ve kendilerine Whole Foods'tan 2018 yılında çevresel koruma ödülü kazandıran güneş enerjisiyle kendi kendine yetme konusundaki çalışmalara yöneldi.

Aynı yıl, David Agus ve Oracle'ın kurucu ortağı Larry Ellison'ın Sensei Çiftlikleri ile uzun vadeli bir ortaklık kuruldu ve bu besin açısından zengin balık tankı suyu kullanılarak ürün yetiştirilmeye başlandı. O zamandan beri Bolourchi, 15 Eylül'de test edilmeye başlanacak yeni bir balık tankı türüne yatırım yaptı. Bu tank, balık atıklarını doğrudan gübreye dönüştürecek.

Hasat zamanı geldiğinde, her yıl 750 ila 1250 mersin balığı, tesiste bulunan fümeviye ve steril, soğuk odalara alınır. Burada odak, balığın mümkün olduğunca çoğunu kullanarak israfı en aza indirmektir. Burada mersin balığı yalnızca havyar için değil füme ve pate de dahil olmak üzere daha fazlası için kullanılır. Bunlar yerel pazarlara ve Marai Bolourchi'nin bal ile, vanilya kreması ve golden osetra havyarı ile eşleştirilmiş mısır ekmeği madelene gibi yemekler servis ettiği San Francisco Feribot İskelesi'ndeki Havyar Kafe'ye gönderilir.

Toplumsal bir dönüşüm aracı olarak su ürünleri yetiştiriciliği, sürdürülebilir bir geleceğin inşasına katkı sağlayabilecek mi?

Sidney New South Wales Universitesi'nden yüksek lisans öğrencisi olan Joshua Noiney, Papua Yeni Gine'deki balık yetiştiriciliğinde devrim yaratmak için balıkçılık alanındaki uzmanlığından yararlandı. Araştırmacının girişimi yalnızca yetiştiricilikte reform yapmakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal çabayı yapıcı kalkınmaya, şiddeti azaltmaya ve büyümeyi teşvik etmeye yönlendirdi.

Joshua Noiney, 2017'den bu yana New South Wales Sidney Üniversitesi'nde okurken, Papua Yeni Gine'de su ürünleri yetiştiriciliğine dönüştürücü bir yaklaşımı ön plana çıkarmak üzerine çalışıyor. Ülkenin balıkçılık sektörü hakkında sağlam bir geçmişe sahip olan Noiney, ileri teknolojiyi ve temel eğitimi stratejik olarak yerel balık yetiştiriciliği uygulamalarına entegre etti. Bu geçiş yalnızca endüstriyi güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda toplulukları şiddet geçmişinden kolektif ve kişisel ilerlemeye doğru yönlendiren bir toplumsal katalizör görevi de gördü.

Prof. Sammut'un Noiney ile işbirliği içinde yürüttüğü girişim, akademi ve yerinde uygulama arasındaki başarılı ortaklığın örneğini oluşturuyor. Koalisyon; kurumlar, sivil toplum kuruluşları, Avustralya ve Papua Yeni Gine hükümetleri, okullar, hapishaneler ve yerel topluluklar dahil olmak üzere çeşitli paydaşları bir araya getirdi. Birlikte, su ürünleri yetiştiriciliği sektörünün büyümesinde çok önemli olan  kesintisiz bilgi ve kaynak alışverişini desteklediler.

2009 yılında 11.000 olan balık çiftliği sayısı, her iki ülkeden çok disiplinli ekiplerin ortak çabaları ile 2023 yılına kadar 70.000'in üzerine çıktı. Bu genişleme sadece ekonomik bir zaferi değil, aynı zamanda Papua Yeni Gine'de toplumsal dönüşüm için bir araç olarak sürdürülebilir tarımın etkili gücünü de yansıtıyor. Bu yenilikçi balık yetiştiriciliği modeli sayesinde toplum ilerleme ve istikrar ortamını teşvik eden bir dönüşüm yaşıyor.

Papua Yeni Gine'de Su Ürünleri Endüstrisi

Su ürünleri yetiştiriciliği Papua Yeni Gine'de gıda güvenliğine, geçim kaynaklarına ve ekonomik kalkınmaya önemli katkıları olan önemli bir endüstri. Bölgenin çeşitli su ekosistemleri, balık yetiştiriciliği faaliyetlerinin genişletilmesi için büyük bir potansiyel sunuyor. Papua Yeni Gine'nin su ürünleri endüstrisi, yaylalardan kıyı bölgelerine kadar farklı çevre koşullarına uyum sağlayan tilapya, sazan ve alabalık gibi çeşitli türleri kapsıyor.

Ülkenin deniz kaynaklarına bağımlılığı ve yabani balık stoklarının aşırı tüketimi göz önüne alındığında, bu sektörün ilerlemesi özellikle önemlidir. Papua Yeni Gine'de balık yetiştiriciliğinin büyümesine odaklanarak, doğal stoklar üzerindeki baskıyı azaltabilecek ve biyolojik çeşitliliği koruyabilecek, yabani balık avcılığına sürdürülebilir bir alternatif yaratmaya çalışıyor.

Su Ürünleri Yetiştiriciliğinde Piyasa Tahminleri ve Eğilimler

Küresel su ürünleri pazarının önümüzdeki on yılda önemli ölçüde genişlemesi bekleniyor. Balık ürünlerinin sağlık açısından faydalarının anlaşılmasıyla artan tüketimin yanı sıra artan küresel nüfus da bu öngörülen büyümeyi destekliyor. Teknolojik gelişmeler, daha sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesi ve su ürünleri yetiştiriciliğinin gelişimini teşvik eden hükümet girişimleri de sektörün desteklenmesine hizmet ediyor. Papua Yeni Gine'nin durumu, yerel balık yetiştiriciliğinin teknolojik entegrasyon ve stratejik kalkınma çabalarından faydalanması nedeniyle dünya çapındaki bu eğilimleri yansıtıyor.

Bu sektörde başarının devam etmesi; hastalık kontrolü, yem kalitesi, sürdürülebilir tarım uygulamaları ve iklim değişikliğinin etkileri gibi zorlukların ele alınmasına bağlı. Bu sorunların üstesinden gelmenin anahtarı ise uluslararası işbirliği, araştırma ve geliştirmeye yatırım yapılması ve yerel halkın doğrudan katılımını ve endüstrinin büyümesinden faydalanmasını sağlayan toplum temelli girişimlere vurgu yapılması.

Toplumsal Etki ve Sektörel Zorluklar

Su ürünleri yetiştiriciliğinin sürdürülebilir gelişiminin, ekonomik faydaların ötesinde daha geniş toplumsal etkileri var. Noiney ve ekibinin aktif olduğu Papua Yeni Gine gibi bölgelerde balık yetiştiriciliğinin büyümesi, şiddet ve sosyal bozulmanın azalmasıyla ilişkilendirildi. Su ürünleri yetiştiriciliği, alternatif bir geçim kaynağı sağlayarak ve topluluk uyumunu teşvik ederek kırsal alanların genel istikrarına ve refahına katkıda bulunabilir.

Ancak sektör önemli engellerle de karşı karşıya. Balık sağlığı, üreme, yem ve çiftçilik uygulamalarının çevresel sürdürülebilirliği ile ilgili teknik zorluklar ele alınma. Büyümeyi etkili ve adil bir şekilde yönetmek için uygun düzenleyici çerçevelerin oluşturulmasına da ihtiyaç var.

Papua Yeni Gine'de sağlam bir su ürünleri yetiştiriciliği sektörünün geliştirilmesi çok yönlü bir yaklaşım gerektiriyor. Kapasite geliştirme, eğitim ve öğretim, kaliteli girdilere erişim ve pazar geliştirme, sektörün uzun vadeli sürdürülebilirliğini ve etkisini güvence altına alacak hayati bileşenlerdir.

Balık yetiştiriciliği ve sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliği uygulamalarının daha geniş bağlamı hakkında ek bilgi edinmek isteyenler için Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Balık Merkezi gibi saygın kaynaklar, bu kritik konular hakkında kapsamlı bilgi ve belgeler sunmaktadır. Bu tür platformlar, Joshua Noiney ve ortaklarının Papua Yeni Gine'de gösterdiği ilerlemelerle uyumlu uzmanlık ve veri sunarak dünya çapındaki benzer girişimlere ışık tutuyor.

Deniz koruma alanları oluşturmak ve kıyıları korumak neden odağımızda olmalıdır?

İnsan faaliyetleri neticesinde zarar gören kıyı ve denizlerin devamını sağlamak için koruma alanları oluşturmak zorundayız.

Günümüzde hem Türkiye, hem Avrupa hem de tüm dünya kıyılarını etkileyen bazı ciddi sorunlar var ve bu sorunlar kıyıların fiziksel, kimyasal ve biyolojik şekillerini kalıcı olarak bozarak kıyılara zarar veriyor. Bu sorunları bir kaç başlık altında listelemek gerekirse eğer; bilinçsiz ve kontrolsüz tarım ve balıkçılık faaliyetleri, agresif stratejilerle yürütülen enerji üretim işleri ve çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yada çevreye olan etkileri göz ardı edilerek sürdürülen turizm gibi insan kaynaklı faaliyetler ilk sırada sayılabilir.

Bununla birlikte yaşanan iklim değişikliği, suların ısınması, yeni su yollarının gerek deniz yükselmeleri gerekse insan faaliyetleri neticesinde açılması, farklı ekolojik özellikteki suların birbirine karışması ve yıkıcı hava olaylarına bağlı olarak su altı resiflerinin yıkıma uğraması gibi yine ucu insana dayanabilen fakat doğada kendiliğinden de oluşabilen durumlar sayılabilir.

Flora; yani bitki örtüsü ve fauna; yani hayvan örtüsü üzerinde meydana gelen ve ucu insan faaliyetlerine de dayanan nedeniyle ortaya çıkan baskılar ve yaşanan değişiklikler, koruma çabalarıyla yavaşlatılabilir yada iyi bir yönetimle tamamen ortadan kaldırılabilir. Eğer bir ekosistem parçacığı içindeki bozulmaya karşı kararlı bir koruma önlemi almazsak, başta bazı canlıların neslinin tükenmesi olmak üzere, ekosistem parçacığı içinde ekolojik çölleşmeden bahsetmemiz kaçınılmaz bir gerçek.

Ekosistem parçacığını kurtarmak için alınan koruma aksiyonları tek başına yeterli değildir, insan faaliyetlerini durduran taahhütler de alınmalı ve kıyılarla deniz alanlarının korunmasını sağlamak için bu taahhütlere uyulması sağlanmalı; hatta yıkıcı yaptırımlarla zorunlu kılınmalıdır.

Kıyıların korunmasına katkıda bulunmak kimin görevi olmalı?

Yalnızca sivil halkın bunu tek başına başarması oldukça zor görünüyor. Kıyısal ve denizel koruma alanlarının oluşturulması için kapsamlı devlet desteğinin yaratılması ve devletlerin bu konudaki desteklerinin alınması şart.

Dünyanın kıyı bölgelerinin yalnızca yüzde 15,5'i ekolojik olarak bozulmamış durumda.

Kıyı bozulmaları git gide küresel bir sorun haline geliyor. Queensland üniversitesinin sunduğu bir araştırmanın raporunu indirerek kıyı bozulmalarının etkilerine daha geniş bir perspektiften bakabilirsiniz.

Değerli okyanus ve kıyı alanlarını korumak, yalnızca önemli yaşam alanlarını ve diğer doğal kaynakları korumakla kalmaz. Aynı zamanda, bir alan bozulduktan veya kaybolduktan sonra maliyetli ve bilimsel olarak belirsiz restorasyon çabalarına girişme ihtiyacını da ortadan kaldırır diyor ABD Okyanus Politikası Komisyonu tarafından derlenen ve UNT Library Resources tarafından arşivlenen bir rapor.

Kıyıların korunması ile ilgili aksiyonları almak ve bu aksiyonları uygulamak yönünde çaba sarf etmek, bilinçsiz tarım aktivitelerini ve su ürünleri yetiştiriciliğini, denetlenmeyen turizm faaliyetlerini ve atıkların kontrollü bertarafının yönetimini, enerji üretimi ve kıyıyla etkileşim içinde yapılan diğer eylemlerin yarattığı kötü etkileri azaltmaya yardımcı olur.

Neden daha fazla deniz koruma alanımız olmalı?

WWF, koruma alanını “ekolojik öneminden ötürü koruma altına alınmış olan deniz ve kıyı dilimleri” olarak tanımlanmış. Bu alanların oluşturulmasındaki temel nedeni aslında basit; alanların tehlikelere karşı korunmasının gerekliliği. Balıkçılık yönünden konuşmamız gerekirse eğer, balıkçılık faaliyetlerinin sürdürülmesi için gerekli olan kaynakların devamlı şekilde oluşması için güvenilir alanların sağlanması, deniz koruma alanlarının oluşturulması için tek başına yeterli bir gerekçe.

Akdeniz, dünyadaki toplam su yüzey alanının %4’ünden azını kapladığı halde, denizel canlı türlerinin %10’una ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in önemli sakinleri arasında ise deniz kaplumbağaları, yüzgeçli balinalar ve okyanus hayatında önemli bir rol oynayan deniz çayırları Posidonia oceanica sayılabilir. Bunların yanında onlarca farklı türdeki köpekbalığı, ekonomik değeri de olan balıklar, karidesler ve ahtapotlar yer alıyor. Genel olarak baktığımızda, Akdeniz’de yaklaşık olarak 18.000 bitki ve hayvan türü yaşadığını söyleyebiliriz. Bunların nerdeyse 1/3’ü dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, 2020 yılına kadar Akdeniz’in toplam yüzeyinin %10’unu koruma altına almayı taahhüt ettiler ancak bugün, Akdeniz’in %4’ünden azı koruma altında ve mevcut olan deniz koruma alanlarının çoğunun iyi bir yönetim planı yok. Bu da gerek ekolojik gerekse balıkçılık yönünden değerlendirdiğimizde, Akdeniz’in geleceği konusunda büyük risklerin var olduğunu gösteriyor.

Koruma alanlarına balıkçılık yönünden bakarsak eğer, deniz koruma alanlarının balık ve diğer balıkçılık mahsüllerinin doğal stoklarının toparlanmasını mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarıyla birlikte deniz koruma alanlarının teşvik edilmesi, yerel balıkçıların deniz mahsullerinden devamlı fayda sağlamasını ve kıyıda yaşayanların yerli halkınd da bu faydadan mümkün olan en güvenilir şekilde yararlanmasına katkı sağlayacaktır.

Geleneksel balıkçılık Akdeniz’in kimliğinin bir parçası ve kendi çanağının içinde yarım milyon insana istihdam sağlayan önemli bir iş kolu. Fakat bu iş kolunun geleceği de tıpkı denizleri doğrudan etkileyen aşırı avcılık ve kirlilik gibi nedenlerle doğrudan tehlike altında. Türkiye’de faaliyet gösteren bir gözlem grubu olan Mikroplastik Araştırma Grubu’nun sağladığı verilere göz atarak kirliliğin Akdeniz havzası üzerindeki etkilerini daha anlaşılır biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Deniz koruma alanlarının balıkçılığa faydaları neler?

  • Deniz koruma alanlarına (DKA) yerleşmiş olan daha yaşlı dişi balıklar üreme aktivitesi yönünden genç balıklara göre daha üretkendir. Çünkü balık büyüdükçe döktüğü yumurta miktarı da artar. Böylece türün devamının sağlanması ihtimali artar. Halihazırda, doğal besin zinciri dışından bir avcı da olmadığı için daha kolay ve hızlı bir toparlanmadan söz edilebilir.
  • Yumurtlama, DKA içinde normal yerlere göre bin kat daha fazla olabilir. Çünkü yumurtlamayı etkileyen stres faktörleri daha azdır. Av olma ihtimalinin de bir stres faktörü olduğu unutulmamalıdır. Koruma alanları içinde de doğal avcılık davranışları sürmekle birlikte, ekstradan bir av baskısı yoktur veya dikkate alınacak kadar yüksek bir seviyede değildir.
  • Deniz koruma alanları, çevreleriyle doğrudan etkileşim içindedir. Koruma altına alınmış olan alanlardaki yumurtalar ve ortaya çıkmış yeni bireyler, akıntı ve dalgaların yardımıyla koruma alanı olarak ayrılmış bölgenin dışına da taşınarak, ekolojik yönden düşündüğümüzde, bölgenin dışının da iyileşmesine önemli katkı sağlar.
  • Akdeniz’deki birçok balık türü yumurtalarını bırakmak için “yuva” yapar. Deniz koruma alanlarında yapılmış yuvalar şu yüzden önemlidir; dibi kazıyan balıkçılık aktiviteleri olmadığı için yuvalar bozulmaz, yuvalar bozulmadığı için de balıkların nesillerini devam ettirmesi daha kolay olur.
  • Verimli bir deniz koruma alanında, balık ve diğer türlerin toparlanması çok uzun sürmez. Deniz koruma alanlarındaki balık nüfusu 3.4 kata kadar artabilir. Bu da yalnızca alanın ekolojik nüfusunu değil tüm bölgenin nüfusunu olumlu yönde etkiler.

Eğer bugün denizi, deniz altı yaşamını ve denizden elde ettiğimiz faydaları korumak istiyorsak, daha fazla deniz koruma alanı oluşturmalı ve bu alanların geliştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz.


Yemlik balıkları yalnızca "yemlik" olarak mı düşünmeliyiz yoksa insan tüketiminde daha da fazla yer mi açmalı mıyız?

Yetiştiricilikten elde edilen balıklar özelinde düşündüğümüzde, her ne kadar alternatif yem hammaddeleri konusunda ciddi ve kapsamlı araştırmalar yürütülse de, aralarında Türkiye'nin de olduğu pek çok ülkede, konu protein ve balık yağı hammaddesi tedariği olduğunda ibreler halen doğadan avlanmış ve özellikle de yağ yönünden zengin Hamsi ve Sardalya gibi küçük balıklara dönüyor.

Nature Food dergisinin yeni sayısında yayınlanan yeni bir makale, doğadan vahşi olarak avlanmış olan balıklardan yetiştiricilik altında üretilen ve ekolojik kıyas bakımından daha büyük olan balıklara olan besin akışı hakkında veri sunması bakımından oldukça ilginç bir yerde duruyor. Araştırmayı yürüten bilim insanları, son ürün olarak kabul ettikleri somon filetosunda kalsiyum, iyot, demir, omega-3, B12 vitamini ve A vitamini olmak üzere dokuz besin maddesinden altısında azalma buldular. Deniz mahsüllerinden elde ettiğimiz en önemli besin sınıfı maddeler arasında yer alan Selenyum ve çinko seviyeleri ise artış var.

Bu sonuçlara ulaşmak için araştırmayı yürüten bilim insanları Norveç'teki somon yetiştiriciliği endüstrisinde kullanılan ve somona odaklanan yemlerde kullanılan bütün haldeki  yemlik balığın yenilebilir kısımlarındaki besin dengesini, yetiştirilen somon filetosuyla karşılaştırdılar ve insan beslenmesinde de önemli yer tutan, kaynak olarak da deniz ürünlerinde yoğunlaşan iyot, kalsiyum, demir, B12 vitamini, A vitamini, EPA ve DHA formlarındaki omega-3, D vitamini, çinko ve selenyum olmak üzere dokuz besin maddesine odaklandılar.

Burada belki de en dikkat çekici olan kıstas ise, kalp sağlığı ve diğer sağlıklı yaşam kriterleri ile doğrudan bağlantısı bulunduğu pek çok araştırma ile kesinleşen omega-3 yağ asitlerinin miktarının, deniz mahsülleri dendiğinde bir markayı temsil eden somon balığının aksine, somonu beslemek için kullanılan diğer yemlik balıklarda daha fazla oluşu.

Wild fish consumption can balance nutrient retention in farmed fish başlıklı araştırmanın baş yazarı olan Dr. David Willer, Cambridge Üniversitesi'nden yaptığı basın açıklamasında, Gördüğümüz şey, yem olarak kullanılan vahşi balık türlerinin çoğunun, yetiştiriştirilen somon filetosundan daha fazla veya benzer oranda mikronutrient yoğunluğuna ve çeşitliliğine sahip olması. diyor.

Somonu tüketmekten ve sektörün sürdürülebilir büyümesini desteklemekten keyif alırken, daha fazla ve daha geniş bir yelpazede sardalya, uskumru ve hamsi gibi yabani balık türlerini tüketerek daha fazla temel besin maddesini doğrudan tabağınıza almayı düşünmelisiniz.

Çalışmada üzerinde durulan ve somon yemlerinde yaygın olarak kullanılan balıklar içinde Pasifik ve Peru hamsisi, Atlantik ringası, uskumru, istavrit ve derin su mezgiti vardı. Bunların hepsi ayrıca son kullanıcıya yönelik deniz ürünü olarak pazarlanıyor ve insanlar tarafından da tüketilebiliyorlar.

İngiltere'de yetişkinlerin yüzde 71'inin kışın D vitamini eksikliği yaşarken, genç kızlarda ve kadınlarda sıklıkla iyot, selenyum ve demir eksikliği görülüyor. Buna rağmen yetişkinlerin yüzde 24'ü haftada bir somon yerken, sadece yüzde 5,4'ü uskumru, yüzde 1'i hamsi ve yalnızca yüzde 0,4'ü ringa balığı tüketiyor.

Araştırma neticesinde elde edilen veriler, bu altı yemlik balığın yetiştiricilik yoluyla elde edilen somon balığının filetosundan daha fazla veya benzer oranda besin maddesi konsantrasyonuna sahip olduğunu gösteriyor. Kalsiyum miktarı, yemlik balık filetolarında somon filetosundan beş kat fazla, iyot miktarı dört kat fazla ve demir, omega-3, B12 vitamini ve A vitamini 1.5 kat fazlaydı. Bunun yanında yemlik balıklarla somonun D vitamini açısından değerleri benzer çıktı.

Çinko ve Selenyum ise somonda yemlik balıklardan daha yüksek bulundu. Bu ekstra mineral miktarının diğer yem bileşenlerinden kaynaklandığını ve somon sektöründe gerçek bir ilerleme işareti olduğunu söylüyor.

Willer, Beslenme alışkanlığımızda, yediğimiz balıklarda birkaç küçük değişiklik yapmak, bu eksikliklerden bazılarını gidermek, hem halkın hem de dünyanın sağlığını iyileştirmede uzun bir yol kat edebilir diyor.

Lancaster Üniversitesi'nden kıdemli yazar Dr. James Robinson, araştırmacı ekibinin şu sonuca vardığını söylüyor: Deniz balıkçılığı, önemli yerel ve küresel gıda sistemleridir, ancak büyük avlar çiftlik yemlerine yönlendiriliyor. İnsanlar için besleyici deniz ürünlerine öncelik vermek, hem diyetleri hem de okyanus sürdürülebilirliğini iyileştirmeye yardımcı olabilir.

Cambridge Üniversitesi, Lancaster Üniversitesi, Stirling Üniversitesi ve Aberdeen Üniversitesi'nden bilim insanları ekibi, bu yaklaşımın küresel besin eksikliklerini gidermeye yardımcı olabileceğini söylüyor.

Kaynak: thefishsite.com

Görünen o ki, su ürünleri yetiştiriciliği dünyanın farklı yerlerinde kendine özgü ihtisas alanları oluştursa da, bu sektörün geleceği yalnızca yetiştiricilikte olmayacak. Yetiştiricilik için besin olarak yemlik balık kullanımını analiz eden  Wild fish consumption can balance nutrient retention in farmed fish makalesi, besin içerikleri söz konusu olduğunda daha küçük boyutlu olan balıkların "yemlik" olarak düşünülmesindense, insan tüketiminde son ürün olarak da kullanılmasının önemine vurgu yapıyor.

Yosun ormanları su kalitesinin düzeltilmesinin yanında pek çok faydasağlayabilir.

Denizel ortamların asiditesinin deniz yaşamına olan etkisinin büyüklüğünün farkına varılmasının üzerinden yaklaşık on sene ve bu durumun incelenmesine dair standartların geliştirilmesinin üzerindense beş sene geçti.

2007 yılında yapılan bir çalışma, asiditenin mercan resifleri üzerine olan etkisinin sanayileşme öncesi döneme göre iki kata kadar daha fazla etkili olduğu ve bu durumun, mercanların iskelet oluşumlarını %40'a yakın bir oranda etkilediği ortaya kondu. Bununla birlikte bazı mercan türlerinin bu duruma daha az hassasiyet gösterdiği da görüldü.

Dünyanın en büyük su ürünleri üreticilerinin başında gelen Çin'de yapılan bir araştırma, suların asiditesini normal koşullarda tutmak için bazı deniz yosunu türlerinin kullanılabileceğini gösteriyor.

Kuzeydoğu Çin'deki Lidao Town şehrinin kıyı sularının bulunduğu bölge, tüketilebilir bir su yosunu türü olan Laminaria japonica'yı yetiştirmek için son derece uygun koşulları barındırıyor. Bölgede, 500 kilometre karelik bir alanda deniz yosunu yetiştiriciliği yapılıyor ve yıllık 400.000 tonluk bir verimle ürün alınıyor. 

L. japonica, hızlı büyüme özelliği gösteren bir deniz yosunu ve hızlı büyümesi, bulunduğu suyun içindeki koşulları "normal şartlar altında" tutmasına yardımcı oluyor. Çünkü, kısa zamanda fazla miktarda üreyebilen yosun, fotosentez yoluyla bulunduğu ortamdaki karbondioksidi alarak bünyesinde tutuyor bunu kullanıyor.Suyun asiditesini düzenleyerek kabuklu canlıların bünyelerindeki kalsiyumun çözünmesini engelleyerek bu canlılar için aynı zamanda korunaklı bir alan sağlıyor.

Çin'in başka bir kısmında ise Laminaria japonica ile birlikte yetiştiriciliğe deniz tarakları da alınıyor. L. japonica ile birlikte kültüre alınan taraklar, yosunun gövdesine tutunarak orada güvenli bir büyüme alanı yakalıyor.

Yosunların, büyüme ve karbodioksidi absorbe ederek ortamdan uzaklaştırma yeteneklerinin karadaki bitkisel kökenli canlılardan daha fazla olduğu biliniyor. Yosunların yetiştiriciliğini yapmanın global ölçekte başka bir yetiştiricilik yapmaktan neredeyse 600 kat daha iyi olduğu ifade ediliyor, çünkü bu tür yosunlar tıptan tüketime kadar pek çok alanda kendine kullanım alanı bulabiliyor. Ayrıca yosun çiftlikleri, içinde bulundukları suların kalitesini ve koşullarını göreceli olarak iyileştirdikleri için diğer canlıların da bu alanlarda yaşam ihtimali ve oranı artıyor.

Yapılan bir çalışma, yosun yetiştiriciliği ile yılda 12 milyar ton biyometan elde edilebileceğini ifade ederken yılda 19 milyar ton gibi büyük miktardaki bir karbodioksidin de tutulumunun sağlanabileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca yıllık 34 milyar tonluk bir biyometan eldesinin mümkün olabileceğinin altını çiziyor.

Bütün bunlar, dünyadaki tüm su yüzeyinin yalnızca %9'luk bölümünün yosun ormanlarıyla kaplanması sayesinde gerçekleşebilir. Bugün, bir yılda atmosfere çıkan karbodioksit miktarının 53 milyar ton olduğu biliniyor ve insanların elinde, fosil yakıtlardan elde ettikleri yakıt enerjisi ihtiyaçlarını biyometandan elde ederek emisyonlarını dengelemek için harika bir fırsat var.

Yosun ormanlarının dünyada üzerindeki tüm faydaları bununla da sınırlı değil. Büyük miktarlardaki balık stokları için doğal bir ortam olarak kabul edilebilecek yosun ormanları, sürdürülebilir programlar dahilinde balık popülasyonlarının artışı ve bu artıştan elde edilecek protein kaynağı için de mükemmel ortamlar.

Küresel ısınmanın ve suların git gide artan asiditesinin artmasının önüne geçmek için yosun ve alg teknolojileri önümüze benzersiz fırsatlar sunsa da, bugün bu sistemlerden faydalanmak için bir hayli çalışarak yol almamız gerekiyor. Dünya üzerindeki aşırı avcılık, kıyı suları ve açık denizlerde meydana gelen fiziksel ve kimyasal kirlilikler deniz çayırları ile yosunların yaşam alanlarını tehdit ediyor. Bütün bu çalışmalara başlamadan önce, denizel kirliliklerin engellenmesinin yollarının da araştırılması gerekiyor.

Kaynak: quartz.com

Deniz çayırlarının geleceğinde rol oynayacak bir uygulama: Seagrass Spotter

Denizde ve tatlısuda bulunan su bitkilerinin doğal deniz ve tatlı su ekosistemi içindeki önemi gerçekten büyük. Suyun içinde çözünmüş olan ve solunum için gerekli olan oksijenin üretiminden solunum sonrası ortaya çıkan karbodioksidin ortamdan uzaklaştırılması başta olmak üzere herhangi bir evredeki balıkların, kabukluların, yumuşakçaların ve hatta denizatlarının yaşaması, beslenmesi, saklanması ve üremesi için hayati önem taşıyorlar.

Su bitkilerinin önemi, yalnızca ekolojik basamak içinde herhangi bir yere konumlanmış olan canlılar için değil ticari olarak avlanan türlerin soylarının devamı için de bir hayli yüksek; çünkü balıkların yada karideslerin yumurtadan çıkan larvaları, yumurtadan çıktıktan sonra bu bitkilerin arasında büyüyor, besleniyor ve gelişiyor; düşmanlarından saklanıyor ve hayatta kalıyor. Dolayısıyla vahşi doğadan yapılan avcılığın sürdürülebilmesi için deniz çayırlarının var olması gerekiyor.



Biz çoğunlukla tüketilebilir ve ticari su ürünlerinin doğal popülasyonu ile çalışıp onların geleceği ile endişe duyuyor gibi görünsek de, farklı avcılık ve denizcilik aktiviteleri suyun altındaki bu çayırların geleceğini de etkiliyor. Birleşik Krallık kıyılarındaki deniz çayırlarının %25 ile %80'i arasındaki bir miktarının 1930 yılından bu yana yok olduğu tahmin ediliyor. Bu da Ada'nın kıyı sularındaki suyun kalitesinin daha düşük olmasına ve daha zemin materyali olan substratın fiziksel hasarının artmasına neden oluyor.

Öncelikli olan Birleşik Krallık kıyılarında, deniz çayırlarını haritalandırmak ve bu çayırların geleceğini iyileştirmeye yardımcı olmak üzere Project Seagrass tarafından Seagrass Spotter isminde bir mobil uygulama geliştirildi. Seagrass Spotter'ın kullanım hedefindeki kişiler ise oldukça geniş bir kitleyi tanımlıyor: deniz çayırları ile çalışan yüzlerce bilim insanının ve bu konuya ilgi duyan "halktan" binlerce bilimcinin Birleşik Krallık etrafındaki deniz çayırları ile ilgili bir veriyi havuzuna katkı sağlaması bekleniyor.



Doğadaki herhangi bir şeyi korumak için çalışmaya başlamanın ilk kuralı o şeyin nerede olduğunu ve tehlikenin boyutunu bilmekten geçiyor. Her ne kadar Ada'nın etrafındaki deniz çayırları hakkında geçmişten bugüne gelmiş bir veri olsa da Seagrass Spotter'ın bu verinin desenini değiştirmesi bekleniyor.

Project Seagrass, yeni uygulamalarını anlatmak ve bu uygulamaları indirtmek için yeni bir web sitesini yayına geçirdi. iOs ve Android için yayınlanan uygulamaları incelemek ve indirmek için Seagrassspotter.org adresini ziyaret edebilirsiniz. Aynı web sitesinin Explore sekmesinde dünyanın farklı yerlerinden deniz çayırı örneklerine dair fotoğraflara yer verilmiş. Bu da, her ne kadar lokal bir uygulama gibi görülse de projenin yakında uluslararası bir konuma yerleşeceğinin habercisi.

Proje ilgili daha fazla bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.

İskoçya, su yosunu yetiştiriciliğindeki ilk politikalarını belirledi

İskoçya'daki ticari su yosunu yetiştiriciliği ile ilgili ilk politikalar İskoçya hükümeti tarafından belirlendi. Ülke sınırları içinde su yosunu yetiştiriciliğinin yapılabileceği yerler ve bu yerlerdeki şartlar konusunda karanlıkta kalan noktaları aydınlatan yeni kurallar, İskoçya'da halihazırda büyümeye devam eden su yosunu sektörünün gelişmesi ve çiftliklerin çevresel etkilerin çerçevesini oluşturuyor. "Yosun yetiştirme kuralları beyanı" olarak adlandırılan bu dökümana aynı zamanda bazı gereksinimler de dahil edilmiş.

  • Olumsuz çevresel etkilerin de düşünülmesi ve bunların azaltılması

  • Sadece yerel türlerin yetiştiriciliğinin yapıldığından emin olunması

  • İnsan tüketimi düşünüldüğünde, endüstriyel kirlilikten uzak lokasyonlarda üretim yapılması

  • Küçük - orta ölçekli su yosunu yetiştiricilik çiftliklerinin anlaşmalara ve uygun yerel koşullara göre İskoçya'nın herhangi bir yerinde yetiştirilmesine izin verilmesi


Belirtilen maddeler içindeki küçük - orta ölçekli su yosunu yetiştiriciliği çiftliği, kıyıdan 50 ile 200 metre açıktaki tesisler için tanımlanmış. Örneğin 50 metre açıktaki su yosunu yetiştiriciliği çiftlikleri, midye çiftliklerinde olduğu gibi 30 metreye 200 metre ebatlarında.

İskoçya Kırsal Ekonomi Sekreteri Fergus Ewing, su yosunlarının gıda, kozmetik ve gübre gibi geniş bir alanda kullanılan ticari bir ürün olarak büyüdüğünü görmeyi arzuladıklarını söylüyor.

Britanya adasında yer alan İskoçya'nın batı kıyılarının su yosunu yetiştirmek için iyi koşullara sahip olduğu biliniyor. Su yosunu yetiştiriciliği sektörü halen emeklemekte olsa da göstergeler bu sektörün önemli ekonomik fırsatlar barındırdığına işaret ediyor.

İskoç Denizcilik Araştırmaları Derneği'nde Deniz Biyoteknolojisi kurucusu Michele Stanlay ise su yosunu yetiştiriciliğine son yıllarda artan ilgiye dikkat çekiyor ve İskoçya hükümeti tarafından yayınlanan yeni kuralların büyümekte olan bir sektörün ihtiyaç duyacağı rehberliği sağlayacağını ve yetiştiricilere daha fazla netlik kazandıracağına vurgu yapıyor.

Ticari su yosunu yetiştiriciliğinin sürdürülebilir ve çevreye duyarlı bir büyüme kaydetmesi yönünde çalışmalar yapılıyor. Yayınlanan yeni kılavuz, doğada var olan yabani yosunların hasadı konusunda herhangi bir kuralı barındırmıyor.

İskoçya Hükümeti tarafından yayınlanan dökümanı indirmek için buraya tıklayın.

Seafoodsource.com kaynağındaki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.



Su yosunu, kendine sektörün içinde ve hayatımızda daha da fazla yer açacak gibi görünüyor. Yüksek besin kompozisyonu ve hızlı şekilde büyütülerek pazara sunulabilmesi avantajıyla, küresel ölçekte insanların ihtiyaç duyduğu proteini ve diğer besin maddelerini sağlaması yönünden önemli bir su ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanında su kalitesinin ve kimyasının da kontrol altıında tutularak şartların daha iyi koşullara gelmesinde önemli bir rol oynuyor.

Halihazırda Spirulina gibi bazı türler ticari olarak özellikle üretilerek başta kozmetik, gıda ve yem sektöründe kullanılıyor ve sektörde Asya ağırlıklı olarak söz sahibi. İskoçya'nın bu girişimi, Avrupa'daki su yosunu yetiştiriciliğinde ve ekonomisinde gelecekte söz sahibi olacağının anahtarı gibi görünüyor.