Çevre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çevre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Deniz koruma alanları oluşturmak ve kıyıları korumak neden odağımızda olmalıdır?

İnsan faaliyetleri neticesinde zarar gören kıyı ve denizlerin devamını sağlamak için koruma alanları oluşturmak zorundayız.

Günümüzde hem Türkiye, hem Avrupa hem de tüm dünya kıyılarını etkileyen bazı ciddi sorunlar var ve bu sorunlar kıyıların fiziksel, kimyasal ve biyolojik şekillerini kalıcı olarak bozarak kıyılara zarar veriyor. Bu sorunları bir kaç başlık altında listelemek gerekirse eğer; bilinçsiz ve kontrolsüz tarım ve balıkçılık faaliyetleri, agresif stratejilerle yürütülen enerji üretim işleri ve çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yada çevreye olan etkileri göz ardı edilerek sürdürülen turizm gibi insan kaynaklı faaliyetler ilk sırada sayılabilir.

Bununla birlikte yaşanan iklim değişikliği, suların ısınması, yeni su yollarının gerek deniz yükselmeleri gerekse insan faaliyetleri neticesinde açılması, farklı ekolojik özellikteki suların birbirine karışması ve yıkıcı hava olaylarına bağlı olarak su altı resiflerinin yıkıma uğraması gibi yine ucu insana dayanabilen fakat doğada kendiliğinden de oluşabilen durumlar sayılabilir.

Flora; yani bitki örtüsü ve fauna; yani hayvan örtüsü üzerinde meydana gelen ve ucu insan faaliyetlerine de dayanan nedeniyle ortaya çıkan baskılar ve yaşanan değişiklikler, koruma çabalarıyla yavaşlatılabilir yada iyi bir yönetimle tamamen ortadan kaldırılabilir. Eğer bir ekosistem parçacığı içindeki bozulmaya karşı kararlı bir koruma önlemi almazsak, başta bazı canlıların neslinin tükenmesi olmak üzere, ekosistem parçacığı içinde ekolojik çölleşmeden bahsetmemiz kaçınılmaz bir gerçek.

Ekosistem parçacığını kurtarmak için alınan koruma aksiyonları tek başına yeterli değildir, insan faaliyetlerini durduran taahhütler de alınmalı ve kıyılarla deniz alanlarının korunmasını sağlamak için bu taahhütlere uyulması sağlanmalı; hatta yıkıcı yaptırımlarla zorunlu kılınmalıdır.

Kıyıların korunmasına katkıda bulunmak kimin görevi olmalı?

Yalnızca sivil halkın bunu tek başına başarması oldukça zor görünüyor. Kıyısal ve denizel koruma alanlarının oluşturulması için kapsamlı devlet desteğinin yaratılması ve devletlerin bu konudaki desteklerinin alınması şart.

Dünyanın kıyı bölgelerinin yalnızca yüzde 15,5'i ekolojik olarak bozulmamış durumda.

Kıyı bozulmaları git gide küresel bir sorun haline geliyor. Queensland üniversitesinin sunduğu bir araştırmanın raporunu indirerek kıyı bozulmalarının etkilerine daha geniş bir perspektiften bakabilirsiniz.

Değerli okyanus ve kıyı alanlarını korumak, yalnızca önemli yaşam alanlarını ve diğer doğal kaynakları korumakla kalmaz. Aynı zamanda, bir alan bozulduktan veya kaybolduktan sonra maliyetli ve bilimsel olarak belirsiz restorasyon çabalarına girişme ihtiyacını da ortadan kaldırır diyor ABD Okyanus Politikası Komisyonu tarafından derlenen ve UNT Library Resources tarafından arşivlenen bir rapor.

Kıyıların korunması ile ilgili aksiyonları almak ve bu aksiyonları uygulamak yönünde çaba sarf etmek, bilinçsiz tarım aktivitelerini ve su ürünleri yetiştiriciliğini, denetlenmeyen turizm faaliyetlerini ve atıkların kontrollü bertarafının yönetimini, enerji üretimi ve kıyıyla etkileşim içinde yapılan diğer eylemlerin yarattığı kötü etkileri azaltmaya yardımcı olur.

Neden daha fazla deniz koruma alanımız olmalı?

WWF, koruma alanını “ekolojik öneminden ötürü koruma altına alınmış olan deniz ve kıyı dilimleri” olarak tanımlanmış. Bu alanların oluşturulmasındaki temel nedeni aslında basit; alanların tehlikelere karşı korunmasının gerekliliği. Balıkçılık yönünden konuşmamız gerekirse eğer, balıkçılık faaliyetlerinin sürdürülmesi için gerekli olan kaynakların devamlı şekilde oluşması için güvenilir alanların sağlanması, deniz koruma alanlarının oluşturulması için tek başına yeterli bir gerekçe.

Akdeniz, dünyadaki toplam su yüzey alanının %4’ünden azını kapladığı halde, denizel canlı türlerinin %10’una ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in önemli sakinleri arasında ise deniz kaplumbağaları, yüzgeçli balinalar ve okyanus hayatında önemli bir rol oynayan deniz çayırları Posidonia oceanica sayılabilir. Bunların yanında onlarca farklı türdeki köpekbalığı, ekonomik değeri de olan balıklar, karidesler ve ahtapotlar yer alıyor. Genel olarak baktığımızda, Akdeniz’de yaklaşık olarak 18.000 bitki ve hayvan türü yaşadığını söyleyebiliriz. Bunların nerdeyse 1/3’ü dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, 2020 yılına kadar Akdeniz’in toplam yüzeyinin %10’unu koruma altına almayı taahhüt ettiler ancak bugün, Akdeniz’in %4’ünden azı koruma altında ve mevcut olan deniz koruma alanlarının çoğunun iyi bir yönetim planı yok. Bu da gerek ekolojik gerekse balıkçılık yönünden değerlendirdiğimizde, Akdeniz’in geleceği konusunda büyük risklerin var olduğunu gösteriyor.

Koruma alanlarına balıkçılık yönünden bakarsak eğer, deniz koruma alanlarının balık ve diğer balıkçılık mahsüllerinin doğal stoklarının toparlanmasını mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarıyla birlikte deniz koruma alanlarının teşvik edilmesi, yerel balıkçıların deniz mahsullerinden devamlı fayda sağlamasını ve kıyıda yaşayanların yerli halkınd da bu faydadan mümkün olan en güvenilir şekilde yararlanmasına katkı sağlayacaktır.

Geleneksel balıkçılık Akdeniz’in kimliğinin bir parçası ve kendi çanağının içinde yarım milyon insana istihdam sağlayan önemli bir iş kolu. Fakat bu iş kolunun geleceği de tıpkı denizleri doğrudan etkileyen aşırı avcılık ve kirlilik gibi nedenlerle doğrudan tehlike altında. Türkiye’de faaliyet gösteren bir gözlem grubu olan Mikroplastik Araştırma Grubu’nun sağladığı verilere göz atarak kirliliğin Akdeniz havzası üzerindeki etkilerini daha anlaşılır biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Deniz koruma alanlarının balıkçılığa faydaları neler?

  • Deniz koruma alanlarına (DKA) yerleşmiş olan daha yaşlı dişi balıklar üreme aktivitesi yönünden genç balıklara göre daha üretkendir. Çünkü balık büyüdükçe döktüğü yumurta miktarı da artar. Böylece türün devamının sağlanması ihtimali artar. Halihazırda, doğal besin zinciri dışından bir avcı da olmadığı için daha kolay ve hızlı bir toparlanmadan söz edilebilir.
  • Yumurtlama, DKA içinde normal yerlere göre bin kat daha fazla olabilir. Çünkü yumurtlamayı etkileyen stres faktörleri daha azdır. Av olma ihtimalinin de bir stres faktörü olduğu unutulmamalıdır. Koruma alanları içinde de doğal avcılık davranışları sürmekle birlikte, ekstradan bir av baskısı yoktur veya dikkate alınacak kadar yüksek bir seviyede değildir.
  • Deniz koruma alanları, çevreleriyle doğrudan etkileşim içindedir. Koruma altına alınmış olan alanlardaki yumurtalar ve ortaya çıkmış yeni bireyler, akıntı ve dalgaların yardımıyla koruma alanı olarak ayrılmış bölgenin dışına da taşınarak, ekolojik yönden düşündüğümüzde, bölgenin dışının da iyileşmesine önemli katkı sağlar.
  • Akdeniz’deki birçok balık türü yumurtalarını bırakmak için “yuva” yapar. Deniz koruma alanlarında yapılmış yuvalar şu yüzden önemlidir; dibi kazıyan balıkçılık aktiviteleri olmadığı için yuvalar bozulmaz, yuvalar bozulmadığı için de balıkların nesillerini devam ettirmesi daha kolay olur.
  • Verimli bir deniz koruma alanında, balık ve diğer türlerin toparlanması çok uzun sürmez. Deniz koruma alanlarındaki balık nüfusu 3.4 kata kadar artabilir. Bu da yalnızca alanın ekolojik nüfusunu değil tüm bölgenin nüfusunu olumlu yönde etkiler.

Eğer bugün denizi, deniz altı yaşamını ve denizden elde ettiğimiz faydaları korumak istiyorsak, daha fazla deniz koruma alanı oluşturmalı ve bu alanların geliştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz.


Resiflerde yaşayan balık türlerinde neden böylesine çok renk farkı var?

Resifler etkileyici yerler, resif balıkları da öyle. Bazıları kilometrelerce uzanan resifleri yuva bilen binlerce, hatta onbinlerce farklı su altı canlısı bu alanlardaki milyonlarca rengi oluşturan benzersiz ekosistemleri oluşturuyor.

Resif ekosistemleri, birbirine uzak ya da yakın pek çok balık, yosun, yumuşakça, sürüngen ve hatta bakteri türüne ev sahipliği yapıyor ve resifleri önemli kılan özel sebeplerden birisi de bu çeşitlilik. İşi balıklar yönünden değerlendirdiğimizde - ki resif balıkları karadaki tuzlu su akvaryumlarında en sık kullanılan türlerdir - taksonomik olarak birbirine yakın olan ailelerde dahi büyük renk değişimleri görülür. İşte bunun sebeplerinden birisi artık belli.

Mercan resiflerinin doğal sakinlerinden olan kelebek balıkları üzerinde James Cook Üniversitesi Mercan Kayalığı Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından yürütülen bir çalışma, kelebek balıklarının 42 türünü kapsayan geniş bir proje. Araştırmanın elde ettiği sonuçlar ise bir o kadar ilginç, çünkü aynı resifler içinde birbiri ile birlikte yaşayan yakın türler arasındaki renk farkları en fazla. 

Araştırma takımı desenler arasındaki değişiklikleri ve evrim sürecinden nasıl etkilendiklerini inceleyebilmek için yüksek çözünürlüklü dijital fotoğraflar kullandı.

Christopher Hemingson, projenin yürütücüsü ve ilgili makalenin baş yazarı konuyla ilgili olarak araştırmamız gösteriyor ki milyonlarca yıl boyunca kelebek balıkları diğer türlerle aynı yerde yaşadıklarında görsel işaretlerin fazla çeşitlilik gösteriyor diyor. Ayrıca bulduk ki bu, her iki türün de benzer aralıklarda yaşamasıyla gerçekleşiyor.

Araştırmanın diğer yazarı olan Dr. Peter Cowman ise bir türün yaşam alanının diğer türden uzaklaşmasıyla birlikte  desenleşmenin tersine döndüğünü ve renklerde daha az farklılaşma olduğunu belirtiyor. Araştırmanın ortak yazarı ve kıdemli bir araştırmacı olan Profesör David Bellwood, bu araştırmanın sonuçlarının coğrafi menzil dinamiklerin ilk kez deniz balıkları üzerindeki renk etkisini ortaya koyması yönünden son derece önemli olduğunu vurguluyor.

Bu araştırma, kelebek balıkları arasında renk ve desen farklılıklarını aynı anda ölçen ilk araştırmadır. Araştırma bize desen farklılıklarının 300.000 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceğini ancak milyonlarca yıl boyunca istikrarlı şekilde kalabileceğini göstermektedir.

Hemingston rengin diğer türlerden farklı görünmekten çok daha fazlası olduğunu belirtiyor. Bu renk desenleri ayrıca diğer türlerin de ne olduğuna bağlı olarak değişiyor. Bulmacanın ilginç bir parçası ve resif balıklarının neden bu kadar renkli olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.

sciencedaily.com'daki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.

Alacakaranlıktan gelen balıklar kurtarıcımız mı olacaklar yoksa felaketimiz mi?

1789'da kaşifler Alessandro Malaspina ve José de Bustamante, İspanya'nın dünyadaki ilk bilimsel keşif gezisi için Cádiz'den yola çıktı. Malaspina ve Bustamante, beş yıl boyunca Kuzey, Orta ve Güney Amerika Pasifik kıyıları boyunca ve batıya doğru Filipinler'e kadar uzanan İspanyol imparatorluğu boyunca hayvanları ve bitkileri inceledi ve topladı.

2010 yılında, Cádiz'den başka bir İspanyol seferi yola çıktı ve bir önceki orijinal rotayı büyük ölçüde takip ederek rotadaki okyanusların bugünkü durumunu araştırdı.

Ekip, Malaspina ve Bustamante'nin zamanında orada olmayan kirleticileri, plastikleri ve kimyasalları ölçtü, deniz suyu ve plankton örnekleri topladı; 31.000 millik yolculuk boyunca geminin sonarı açıldı ve aşağıdan gelen yankıları dinledi. Bu araştırmadaki başlıca hedef neydi? Sardalya veya hamsi gibi görünen küçük gümûşi balıklarla sadece daha büyük gözleri ve karanlıkta parlayan benekler.

Bunlar yaygın olarak bilinen ismiyle fener balıklarıdır. Dünya denizlerinde yaklaşık 250 türü vardır ve bu balıklar okyanusların alacakaranlık kuşağındaki en yaygın balıklar olmakla kalmazlar, aynı zamanda gezegende en çok bulunan omurgalılardır.

Bu balıkların Lophiidae ailesinden Lophius piscatorius ile bir bağlantısı yoktur.

Büyük miktardaki sürüler ilk olarak ikinci dünya savaşı sırasında, deniz sonar operatörleri, geceleri yüzeye çıkan ve şafakta geri dalan, sağlam bir deniz yatağı gibi görünen şeyin yankılarını gördüklerinde fark edildi. Aslında ses atımları; derinlerde saklanan yoğun katmanlarda toplanıp gün batımında yüzeyden beslenmek için binlerce metre yukarı yüzerken, milyarlarca fener balığının hava keselerinde - gazla dolu iç baloncuklarda - yankılanıyordu.

Her gece, kendilerini avlayan kalamar gibi diğer hayvanlarla birlikte, fener balıkları gezegendeki en büyük hayvan göçünü yapıyor.

1 gigaton balık?!

2010 Malaspina keşif gezisinden önce, trol araştırmalarına dayanan çalışmalardan elde edilen verilere göre yarı karanlık zonda yaklaşık bir gigaton (1 milyar ton) balık içerdiğini tahmin ediyordu. Bu görünüşe göre hafife alınan bir tahmin; çünkü fener balıkları açık ağlardan yakalanmaktan kaçınıyor. Malaspina akustik araştırması ağlarla veri elde etmeye dayanmıyordu ve dolayısıyla 2014'te yapılan araştırma, 10 ila 20 gigaton arasında değişen alacakaranlık kuşağı balığı hakkında yeni tahminlerin yapılmasına imkan tanıdı.

Böylesine büyük bir hasat imkanı, tipik şekilde balıkçılıkla ve dünyayı beslemekle ilgili çalışan hemen hemen herkesin kafasında aynı sorunun oluşmasına neden oldu: Alacakaranlıktan gelen bu balıklar, artan insan nüfusunu beslemeye yardımcı olabilir mi?

Çok yağlı ve kılçıklı olduklarından bu fener balıkları doğrudan birinin tabağında yiyecek olarak görmemiz zor. Fakat su ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılan yemlerin en önemli bileşenlerinden birinin balık yağı olduğunu düşündüğümüzde fener balıklarının potansiyeli kendiliğinden parıldıyor.

Malaspina keşfinden sonra, alacakaranlık balıklarının tahmin edilen daha düşük kütlesinin sadece yarısının (hala 5 gigatonluk büyük bir miktardan bahsediyoruz) yakalanması durumunda, teorik olarak 1.25 gigaton yetiştiricik kökenli deniz mahsülü elde etmek için yeterli balık unumuzun olabileceği tahmin edilmekte. Bu, halihazırda yapılmaya devam edilen yıllık 0.1 gigatonluk yabani balık avından çok daha fazla.

Bununla birlikte, fener balığı hasadı başlasa ve birçok balık yetiştiriciliği türünün diğer çevresel etkilerini bir kenara bırakırsak, çoğu kişi, herkesin yemesi için yiyecek sağlama gibi erdemli bir amaca ulaşıp ulaşamayacağını sorguluyor.

Gıda açısından zengin, gelişmiş ülkelerin çoğunda somon ve karidesler yemle beslenir ve evcil hayvan gıdalarında da giderek artan bir hacimde satılmaktadır. Ayrıca, Rus ve İzlanda filoları da dahil olmak üzere, fener balığı balıkçılığı yapmaya yönelik önceki girişimler ticari bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu derin sularda balık tutmanın şimdiye kadar çok pahalı ve balık unu çok ucuz olduğu kanıtlandı.

Gıda takviyesi kaynağı olarak kullanabilir miyiz?

Daha yakın zamanlarda, fener balığı popülasyonlarının yüksek tahminlerinin harekete geçmesiyle, alacakaranlık kuşağı balıkçılığının nasıl karlı hale getirileceğini araştırmak için planlar yapılıyor. AB, bu tür fırsatları araştırmak için beş yıllık bir araştırma projesini finanse etti. 2017'de Norveç, alacakaranlık kuşağındaki bu balıklar için 46 keşif amaçlı balıkçılık lisansı verdi. Bu balıkçılık aktivitesi muhtemelen düşük maliyetli balık unu üretmek için değil de Omega-3 takviyeleri ve balık yağı hapları gibi ürünleri tedarik eden daha kazançlı “nutrasötikler” endüstrisini tedarik ederek kârlı olmaya çalışacak.

Bir alacakaranlık balıkçılığını geliştirmeye yönelik bu ve diğer girişimler, vahşi balık avlamak için karşı konulmaz bir zorunluluğu yansıtıyor. Sürdürülebilirlik - ve dünyayı besleme ihtiyacı hakkında konuşmalar arasında, bu balıkları avlanmadan bırakmanın bir şekilde israf olacağı yönündeki karşı varsayım var. Az sömürülmüş terimi, sanki bu hayvanların tek amacı insan yararı içinmiş gibi sıklıkla kullanılır. Alacakaranlık kuşağından çağlayan binlerce trilyon parlayan balık fikri, birçoklarının görmezden gelemeyeceği kadar çekici.

Yeterince fener balığı yakalamak ve çabaya değer kılmak için, bu balıkçıların muhtemelen büyük orta su trol ağları kullanması ve sonar ile bulunması kolay büyük sürülerde bir araya geldikleri için gün boyunca balıkları hedeflemeleri gerekecektir. Ağlar dibe değmeyecek veya 1000 yıllık mercanları parçalamayacak, ancak elekten geçirip açık suyu süzdükçe, zaten yeterince sorunu olan diğer hayvanları yakalayacaklar. Bu da tipik şekilde daha önce de defalarca bahsettiğimiz üzere ıskarta balıkçılığa işaret ediyor.

Paul Caiger / Woods Hole Oceanographic Institution

Okyanusun kendi içindeki dengeyi gözetiyor muyuz?

Turuncu imparator balığı (Hoplostethus atlanticus) gibi aşırı yavaş büyüyen derin deniz türlerinin aksine, fener balıklarının önemli av baskısına dayanma olasılığı daha yüksektir; çok daha hızlı büyüyorlar ve yaşamları aylarla ölçülüyor, bazıları iki yıldan az yaşıyor. Fakat yarı aydınlık zonda balık tutmak, fener balıkları ve benzeri türlerin iklimi düzenlemeye yardımcı olma şeklini bozarak farklı türde bir felaketi tetikleyebilir.

Günlük yukarı ve aşağı yüzme rutinleri, parçacık enjeksiyon pompalarını güçlendirerek yüzey ile derin arasında hayati bağlantılar oluşturur.

Küçük balıkların sığlıklarda beslenmesi, daha sonra aşağıya dalması, derinlerde kalan daha büyük balıklar tarafından yenilmeleri ve böylece atmosferden karbondioksiti depolanabileceği derin okyanusa pompalama sürecidir.

Parçacıklar 1.000 metrenin altına düşerse, karbonları yüzeye dönmeden önce 1.000 yıla kadar depolanabilir. Batı İrlanda açıklarındaki kıta eğimi üzerine yapılan bir araştırma, derinlerde yaşayan balıkların yılda 1 milyon ton CO2 eşdeğerini yakalayıp depoladığını tahmin ediyor.

Yarı karanlık zonda balıkçılık yapmak eğer yüzey ve derin arasındaki bağlantıya zarar verirse, bu biyolojik karbon pompasının ne kadar hızlı veya kritik bir şekilde zayıflayabileceğinden kimse emin olamaz. Ancak fener balıklarının küresel iklim sisteminin bir parçası olması ve yalnız bırakılması gereken bir risk var.

Endişe verici bir şekilde, alacakaranlık kuşağı balıklarının sayısı için yeni yüksek rakamla herkes aynı fikirde değil. 2010 Malaspina çalışması bile belirsizliğini ve kullanılan yöntemlerin sınırlamalarını belirtiyor. Ancak yarı karanlık zonda daha önce düşünülenden en az 10 kat daha fazla balık bulunduğu manşeti insanların dikkatini çekti.

Sonraki çalışmalar, bu rakamlara ve onları destekleyen varsayımlara daha eleştirel baktı. Malaspina araştırması, derinlerden yansıyan ve sonar tarafından alınan sesin ölçüsü olan akustik geri saçılımın tamamen balıklardan geldiğini varsayıyordu. Ancak yarı karanlık zonda vücutlarının içinde yansıtıcı, gazla dolu baloncuklar bulunan tek hayvanlar onlar değil. Ayrıca 19. yüzyıl Alman doğa bilimci Ernst Haeckel'in tanımlayıp resimlediği birçok sifonoforda da varlar. Ayrıca bazı alacakaranlık kuşağı balığında yüzme kesesi de yok, bu nedenle sonar tarafından tespit edilmez haldeler.

2019 yılında yapılan bir araştırma, Malaspina keşif gezisinden elde edilen akustik verileri bu belirsizlikleri hesaba katarak yeniden yorumladı. Yarı karanlık zon balıklarının ortaya çıkan tahminleri 1.8 ila 16 gigaton arasında değişiyordu. Bu ölçekte gerçek değerin nerede olduğunu söylemek için çok erken, bu da dışarıda 20 gigaton olabileceği gibi riskli önermeye dayanarak fener balığı yakalamaya başlamak için kesinlikle çok erken olduğu anlamına geliyor.

Yakın tarih bize, endüstriyel balıkçılık yeni türleri yakalamak için yeni bölgelere yayıldığında her zaman yıkıcı çevresel etkilerin olduğunu söylüyor. Yarı karanlık zonda aynı hatadan kaçınılabilir mi?

Kaynak: theguardian.com

Evde bakmaktan sıkıldığınız tatlı su balıklarını neden doğaya bırakmamalısınız?


Etrafınıza baktığınızde en çok gördüğünüz evcil hayvanlar arasında kediler, kuşlar ve köpekler vardır. Fakat konu evcil hayvanlar olduğunda kediler, kuşlardan ve köpeklerden daha fazla popülasyona sahip olan bir başka canlı grubu var: tatlı su balıkları.

Çok genel olarak verilerine bakacak olursak 20 milyon kadar evcil kuş, 89 milyon köpek ve 94 milyon köpeğe karşılık 139 milyon tatlı su balığı insanlarla birlikte yaşıyor.

Nemo yada Jaws yaşadıkları akvaryumlardan çıktıklarında ve doğada yaşamaya başladıklarında neler olur, hiç düşündünüz mü? Sosyal medya sağolsun, dünyanın her yanındaki balıkçılar, daha önce orada olmayan fakat insanların onları oraya bırakmaları nedeniyle kendilerine yaşam alanı elde eden türlerin balıkların fotoğraflarını her gün paylaşıyor.

Ortaya çıkan sonuçlar insanlara evcil balıklarını neden doğaya salmamaları gerektiğini açık bir şekilde gösteriyor.

  • Doğaya salınmış olan balıkların büyük çoğunluğu yeni ortamlarına adapte olamadığı için ölürken tropik bazı türlerin sıcaklığa su koşullarna adapte olabildiği görülmekte. İzlerken büyük keyif aldığınız balıklarınızı acı çekerken görmek hoşunuza gider miydi?
  • Evinizdeki akvaryumlar doğaya göre daha kapalı ve kontrollü ekolojik parçalar olduklarından kendi koşulları daha farklıdır. Evde baktığınız balıklarınız, bırakmayı düşündüğünüz yerdeki koşullarda ciddi sorunlara neden olabilecek olan bulaşıcı hastalıkları barındırıyor olabilir.
  • Eğer balıklar yaşamayı başarırlarsa yerel balıkların yaşam zincirlerine müdahale ederek onların habitatını tahrip edebilir. Genetik kirilik yaratarak bölgesel ekosistemler üzerinde hasara neden olabilirler.

Burada yer alan başlıklar, özellikle tatlı su ekosistemlerinin bilinçsizce nasıl tahrip edilebileceğini gösteren bir kaç önemli noktadan bir kaç tanesi.

Avusturalya'da ekolojik terör: Japon balığı

Ekim 2016'da güney batı Avusturalya'da birileri akvaryumunda baktığı Japon balıklarını yerel bir nehre salmaya karar verdi ve felaket bundan sonra başladı. Yerel bir tür gibi nehre uyum sağlayan Japon balığı, tüm nehre yayıldı ve orada kontrolsüz şekilde üreyerek nehrin ekolojik dengesi üzerinde yıkıma neden oldu. Vasse Nehri'ndeki japon balığı çoğalması, dünya üzerinde bilinen en hızlı büyüme olarak biliniyor.

Sorunun çözümü için uzmanlar öncelikli olarak insanların Japon balıklarını nasıl gördükleri ve aslında bu balıkların nasıl göründüğü arasındaki bağlantıya odaklandılar.

Kaynak: nytimes.com

Çiklidler

Orta ve Güney Amerika ile Afrika'da yayılım gösteren çiklid balıkları akvaryumlarda sıklıkla beslenen diğer balık türlerinden. Özellikle Amerika'da, Florida'daki kanallarda ve diğer su kaynaklarında doğaya bıraklımış ve orada büyümüş balıklarından bol miktarda avlanıyor.

Akvaryum vatozları (Zırhlı kedi balığı)

Yosunları yemesi için akvaryumlara konulan "vatoz" balıkları, doğal ortamdaki algleri kontrolsüz şekilde tükettikleri için ciddi rist ve tehdit oluşturuyor.

Akvaryumun camlarında ve zemininde biriken yosunları yiyerek beslenen ve akvaryumlarda bu yüzden tutulan, adına sıklıkla vatoz denilen zırhlı kedi balığı, doğal göl ve nehirlerde tükettiği fazla miktarda alg yüzünden çevreye zarar verebilecek türlerin arasında.

Her ne kadar sevimli, renkli ve masum gibi görünseler de ait olmadıkları yerlere yerleşerek dengeleri alt üst eden balık türleri konusunda verilebilecek belki en doğru öneri "bakamayacağınız balığı almayın" olacaktır. Evinizde onlara yer kalmadığında gidecekleri yer belki başka bir arkadaşınız yada sahiplendirme yöntemiyle şehirde onları isteyen başka birisini bulabilirsiniz fakat gitmeyecekleri yer konusunda artık hepimiz hemfikiriz; evcil balıklarınızı doğaya salmayın.

İstilacılık ve neden olduklarıyla ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak için lütfen İSTİLACILIK kategorimizi ziyaret edin.

thefisheriesblog.com adresindeki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.

Mikropartikül plastik maddeler artık deniz tuzuna da karışıyor

Denizden elde edilebilen inorganik su ürünlerinin başında gelen ve özellike insan beslenmesinde son dönemde kendine önemli yer bulan deniz tuzunda mikropartikül plastik maddeler bulundu. Kaya tuzuna alternatif olarak mutfaklarımıza giren deniz tuzu da böylece plastik atıkların tehdidi altına giren su ürünleri arasında yerini aldı.

İnsanlar tarafından su kaynaklarına bırakılan mikropartiküllerin miktarının 13 milyon ton civarında olduğu tahmin ediliyor ve bunların çoğunluğu deterjan, cilt temizliği ürünleri ve diş macunlarının içinde bulunan, ortalama 5 milimetreden daha küçük parçacıklar. Plastiklerin bir kısmı kimyasal ve mekanik yollarla parçalanıyor olsa da 2014 yılında yapılan bir araştırma deniz yaşamıyla iç içe 5 trilyondan daha fazla plastik parçacık olduğunu belirtiyor.



Mikropartikül plastik maddelerin son tüketicilerden birisi olan insanlara geri dönüşleri arasında önemli yer tutan besin zinciri yolundan daha önce bahsetmiştik. Başta fitoplankton ve kril gibi canlıların beslenmesiyle besin zinciri içine giren partiküller tüketimlik su ürünlerinin bünyelerinde toplanarak hem su ürünlerinin hem de onları tüketenlerin yaşamları için tehlike arz ediyor.

Scientific Reports'da yayınlanan bir başka araştırma ise suyun içindeki mikropartikül plastik maddelerin etkilerinin yalnızca tüketilebilir organik kökenli su ürünlerinin ötesinde olduğunu gösteriyor. Bir inorganik su ürünü olarak kabul edilebilecek olan deniz tuzundaki yabancı maddeleri araştırmak üzere 8 farklı ülkedeki 16 farklı deniz tuzu markasının ürünlerini inceleyen bilim insanlarının elde ettiği sonuç oldukça düşündürücü. Tuzu suda eritip dipte kalan maddeleri inceleyen araştırmacıların bulduğu toplam 72 yabancı maddenin 30 tanesi plastik, 17 tanesi plastik olarak sınıflandırılabilecek pigment ve 4 tanesi de toz olarak tanımlanırken geriye kalan 21 tanesi ise tanımlanamadı. Kimyasal analizler neticesinde ortaya konulan plastik çeşitliliğin çoğunlukla denizlerde atık olarak bulunan plastik maddelerden kaynakladığı ve tuz kirliliği olarak düşünülmediği belirtiliyor. Deniz tuzu örneği alınan ülkeler ise Avusturalya, Fransa, İran, Japonya, Malezya, Yeni Zelanda, Portekiz ve Güney Afrika olurken bir tek Fransa'dan alınan örneklerde herhangi bir atık maddeye ulaşılamadı.



Deniz tuzundaki ve deniz ürünlerindeki mikropartikül plastik maddelerin miktarı şu an için az olduğu için bu maddeleri tüketilmesi şu an için sağlığımız üzerinde herhangi bir zarar teşkil etmiyor fakat su kaynaklarını aynı hızda plastik atıklarla kirletmeye devam etmemiz halinde teşkil etmeyeceği anlamına gelmiyor.

Quartz.com'daki yazıdan yola çıkarak Türkçe'ye adapte edilmiştir.

İklim değişikliği su ürünlerinin besin kompozisyonunu etkiliyor

Dünya üzerinde yaşayan herhangi bir insan için iklim değişikliğinin gözle görülen etkileri yalnızca buzul erilmeleri ve erimeye bağlı olarak deniz seviyesindeki gözle görülür yükseliş ve göz alıcı rengini kaybederek beyazlamış mercanlar olarak tasvir edilebilir. Bu durumların gündelik hayatımıza olan etkileri göreceli olarak daha uzakta olmakla birlikte bize daha yakın bir başka etki daha söz konusu. Su ürünlerinin besin değeri ve bu besin değerlerinin kompozisyonundaki olumsuz değişim.

Sıcaklık değişiminin ve deniz suyunun asiditesindeki değişimin deniz yaşamı üzerinde çok ciddi sonuçları var. Özellikle kutup sularında yaşayan ve üreyen balıkların üreme döngüleri sekteye uğrarken Avusturalya'daki Southern Cross Üniversitesi'nden araştırmacı Kirsten Benkendorff'a göre sıcaklıktaki artışın başka sinsi sonuçları da var. İklim değişikliğine karşı adapte olabilecek türler için bile pazardaki su ürünleri hala etkilenebilir.

ScienceDirect'te yayınlanan yeni bir araştırmada Dicathais orbita ismindeki bir deniz salyagozu bu yüzyılın sonlarına doğru tahmin edilen deniz suyu sıcaklığına ve asiditesine maruz bırakıldı. Elde eidlen sonuçlarda salyangozun içindeki lipidlerin ve glikojen miktarının azaldığı gözlendi. Bununla birlikte ortam koşullarının salyangozun etine olan etkileri daha düşündürücüydü; salyangoz etindeki protein yarı yarıya azalmıştı. Salyangozunkine benzeyen koşullarda yapılan başka araştırmalar ise yağ asidi konsantrasyonlarındaki düşüşler de dahil olmak üzere diğer kabuklu su ürünlerinin de benzer etkiler altında olduğunu ortaya koydu.

Dünyada D. orbita'nın içinde yer aldığı aileden yılda 250.000 ton kadar hasat ediliyor ve salyangozlar da dahil olmak üzere kabuklu su ürünleri dünyanın farklı yerlerindeki insanlar için önemli bir besin kaynağı fakat su koşullarındaki değişimler bu su ürünlerinin besin yönünden kalitesini ve değerini düşürecek.

Besin çok önemli olmakla birlikte besinle birlikte tat da önemlidir. İsveç Göteborg Üniversitesi'nden Sam Dupont, 30 yerel uzmana bir panel hazırlamadan önce kuzey karidesini gelecekte olması muhtemel çevre koşullarına maruz bıraktı. İsveçliler için son derece önemli olan İsveç Karidesi, maruz kaldığı koşullar neticesinde sürekli olarak görüntü ve tat açısından daha az puan almış ve araştırma dünya çapında daha fazla kapsamlı hale gelmiştir.

İklim değişikliği kaç tane su ürününün besin kalitesini olumsuz etkileyecek?

Dupont bunun kilit soru olduğunu söylüyor; denizlerin asitleşmesi su altındaki her türün duyarlı olduğu bir durumdur.

Araştırma, fitoplanktonun büyüme oranından jumbo kalamarın metabolizma hızına kadar asitleşmenin asitleşmenin etkilerini net olarak ortaya koyuyor. Genel olarak suyun asiditesinin artması, suyun içindeki canlıların enerji toplama ve enerjiyi kullanma biçimlerini etkiliyor. Asiditenin artmasına bağlı olarak gelişen stres faktörü canlının vücudundaki lipid ve protein dengesini değiştirebilir. Bu değişim de su ürünü olarak değerlendirilebilen türlerin besin içeriğinde ve lezzetlerinde negatif etkilere neden olabilir.  Dupont'un yaptığı araştırmanın neticesinde meydana gelen değişimler toksik ve fenolik bileşenlerin artmasına bağlı olarak acılaşma olarak örneklendirilmiş.

Hakaimagazine.com adresindeki makaleden Türkçe'ye adapte edilmiştir.

Tüketime sunulan her 5 su ürününün 1 tanesinin etiketi yanlış bilgi veriyor

Karadeniz somonunuzu nasıl alırdınız?

Özellikle Akdeniz'deki su ürünü olarak ticari değeri olan türlerin soylarının devamını sağlamak ve doğru boydaki balıkların pazara çıkması için girişimlerde bulunan Oceana tarafından yayınlanan yeni bir araştırma, su ürünleri pazarında var olan menülerde yada etiketlerdeki bilgilerin 1/5'inin yanlış olduğunu ortaya koydu. Araştırmaya konu olan bilgiler, dünya çapında 25.000 su ürününün incelenmesiyle elde edildi.

Bu yanlış bilgilendirme ve etiketlemeler yüzünden dünyadaki bir çok insanın göreceli olarak daha az değerli olan su ürünlerini daha değerli olan türler sanarak yemiş oldukları düşünülüyor. Bu davranış bir "sahtekarlık" olarak düşünüldüğünde, sahtekarlığın en fazla fileto formunda sosla birlikte sunulan Asya yayınbalığında yapıldı. Bu balık göreceli olarak daha pahalı ticari değere sahip olan levrek, morina ve orfozun da yer aldığı 18 türün yerine geçti.



Ocena'nın yayınladığı rapor 55 ülkedeki 200'ün üzerindeki araştırmanın bir meta-analizini sunuyor. Yalnızca İtalya'daki örneklenen ve araştırmacılar tarafından levrek, orfoz ve kılıç olarak örneklenen balıkların %82'sinin farklı tür olduğu görüldü. Bünyesindeki civa miktarı son derece fazla olan ve tüketiminde dikkat edilmesi gereken kral uskumrunun Güney Afrika'da barakuda ve görsel olarak barakudaya benzeyen wahoo olarak satıldığı gözlendi. Hong Kong'daki 29 deniz tarağı örneklemesinin ise yalnızca 1 tanesinin gerçekten deniz tarağı olduğu ortaya çıktı.



Araştırmayı interaktif hale getirmeyi amaçlayan araştırmacılar, ellerindeki verileri bir harita üzerinde sundular. Hakemli kağıtlar, DNA analizleri, gazete araştırmalarına barındıran veriler arasında da Oceana'nın kendi araştırma verilerinin de bir kısmı yer alıyor. Raporun genelinde perakende, toptancı ve ithalatçıların her kademesinde yalnış etiketlemelerin var olduğuna dikkat çekiliyor.

Su ürünlerinin etiketlenmesinde yapılan sahtekarlıklar, harita üzerinde pembe ve koyu kırmızı arasında derecelendirilmiş. Fransa, İtalya ve Türkiye hattındaki Güney Avrupa bölgesine baktığımızda su ürünleri etiketlerinin güvenilirliği konusunda genellikle koyu kırmızı derecelendirme yapılmış. Türkiye'deki tek örnekleme ise Ankara'dan.

Ocena'nın yeni araştırmasına buradan göz atabilirsiniz. Raporu indirmek için buraya tıklayın.

nytimes.com kaynağındaki makaleden yola çıkılarak Türkçe'ye adapte edilmiştir.

2050 yılında denizlerde balıktan ağır plastik olacak

Dünya çapında, çevre alanında çalışan 180 uzmanın görüşlerine dayanan Ellen MacArthur Vakfı tarafından yayınlanan raporda okyanuslardaki plastik kirliliği ve bu kirliliğin boyutlarına dikkat çekiliyor.

Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir rapor, eğer önlem alınmazsa dünya denizlerini kirleten plastik atıkların miktarının 2050 yılında aynı denizde yaşayan balıkların toplam ağırlığından daha fazla olacağına dikkat çekiyor. MacArthur Vakfı tarafından hazırlanan rapor çevre alanında çalışan 180 uzman bilim insanının görüşlerine dayanıyor ve plastik kirliliğinin etkilerine karşı toplumda bir bilinçlendime ve uyandırma etkisi yaratmayı umuyor.

Güncel tahminlere göre okyanuslarda hali hazırda 150M metrik tonluk plastik atık bulunuyor. Eğer insanlar bugünkü hızda plastik üretmeye devam ederse 2025 yılında her üç ton balık ağırlığına karşı 1 ton plastik atıklar denizlerde olacak ve 2050 yılında da denizlerdeki plastik madde miktarı balıkların ağırlığından daha fazla olacak. Bunu daha iyi anlamak ve algılayabilmek için basite indirgediğimizde karşımıza her dakika bir çöp kamyonu kadar plastiğin denizlerle buluştuğu çıkıyor.



Son 5 yılda 20 kat artmış olmakla birlikte 2014 yılındaki küresel plastik üretimi miktarı 343 Milyon tona ulaştı. Önümüzdeki 20 yıl için öngörülen plastik üretimi miktarı çevre için pek aydınlık bir gelecek vaadetmiyor; ilk 20 yılda 2; 2050 yılına kadar da sektörün 4 kat büyüyeceği düşünülüyor. Bu artışın temel sebebi ise aslında çok basit; plastikleri etkili bir şekilde yeniden kullanamıyoruz. Raporda dikkat çeken bir diğer önemli başlık ise plastik atıkların toplandığı alanlardan kaçan plastik maddelerinin miktarı. Global ölçekte %32 gibi büyük bir oran, plastiklerin doğrudan sulara karıştığı oranı temsil ediyor.

%50'den fazlası geri dönüşüme katılabilmiş olan demir, çelik ve kağıt aksine plastiklerin geri dönüşümü üzerine tutulan kayıtlar da zayıf. Raporda yayınlanan bir istatistik, tüketimde kullanılan plastiklerin %95 gibi çok büyük bir oranının tek kullanımlık ambalajlar olduğunu ve bunun $120B ekonomik kayıba neden olduğunu ortaya koyuyor. Okyanuslar içinse bu maliyet kat be kat daha fazla. Çünkü sulara karışmış olan plastik maddeler sudaki canlılar tarafından besin sanılarak tüketiliyor ve bu durum onların ölümü ile sonuçlanıyor. Deniz canlıların ölümü demek popülasyonların tehlikeye girmesi ve su ekosisteminin sonunun gelmesi demek. Kaldı ki sudaki plastik çözünmesinin yüzlerce yıl sürdüğünü ve toksik etkilerini düşünürsek, plastiklerin su ortamından tamamen ve etraflarına zarar vermeden yok olması neredeyse hiç sürdürülebilir değil.



2050 yılında denizlerdeki plastik miktarının balıklardan fazla olacağı öngörüsünün tek destek kaynağı aşırı su kirliliği değil, aynı zamanda dünya denizlerindeki aşırı avcılığın da bu sonuçta etkisi büyük. Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF)'nin yayınladığı bir makaleye göre halihazırda dünyadaki avlanabilir su ürünlerinin %53'lük oranı halihazırda sömürüldü ve bu hızla gidildiği taktirde - herhangi bir önlem alınmazsa- 2048 yılında dünya sularında kalan diğer su ürünleri türlerinin çöküşü öngörülüyor.

Büyük ölçekli kirliliğin ve aşırı avcılığın üstesinden kolaylıkla gelinemeyecek gibi görünüyor fakat büyük ölçekli çözüme ulaşmak için bireysel olarak alabileceğimiz önlemler ve çözümler var. Halihazırda dünya denizlerinin yalnızca %4'ü özel alan statüsünde korunmaktadır ve bu oranın arttırılması stokların toparlanmasını sağlamak adına büyük önem taşımaktadır. Ayrıca daha iyi bir balıkçılık yönetimi ile sürdürülebilir balıkçılık yöntemleri ile var olan kuralların daha etkin kullanımı da bu süreçlerin yavaşlatılması ve etkilerinin geriye dönmesi için çok önemli uygulamalardır.

Her ne kadar su ürünlerini tüketmeyi tamamen bırakmak kesin ve etkili bir çözüm gibi dursa da bu gerçekleşmeyecek bir hayaldir. Fakat çözüm sürdürülebilir kaynaklardan elde edilmiş kaynaklardan ve türlerle kısıtlamaktan geçiyor olabilir. İşin plastik kullanımı boyutlarına baktığımızda ise alabileceğimiz bireysel önlemler arasında plastik ürün ve ambalajların kullanımını azaltmaktan ve mümkünse plastiklerin kullanımını tamamen kaldırmak sayılabilir.

Ellen MacArthur Vakfı plastik kirliliği sorunun aşılması için plastik üreticileri ve uluslararası politika arasında geniş kapsamlı bir işbirliği çağrısı yapıyor. Plastik talebini ve dolayısıyla denizlere bırakılan plastik miktarını azaltmak için paketleme alışkanlığı ve davranışlarında köklü bir değişiklik gerekiyor. Özellikle daha kolay geri dönüştürülebilen plastikler biyolojik kökenli plastiklerin geliştirilmesi bu aşamada önemli görülüyor.

WWF tarafından yayınlanan raporu okumak için tıklayın.

Scubadiverlife.com adresindeki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.



Plastik atıkların ekoloji üzerine etkisi yalnızca bu iki görüşten ibaret değil. Özellikle içsulardaki ve denizlerdeki plankterler mikropartikül plastik maddeleri; bazı balıklar ise suya karışan elyafları yiyor ve bu maddeler besin zinciri sayesinde tüketilebilir su ürünlerinin bünyelerine kadar giriyor.

İşin bir de tüketilebilir su ürünlerinden hariç olarak ekolojik yaşam üzerine etkisi var. Toksik etkileri ile su içinde ölü bölgeler oluşturarak su altı yaşamını kısıtlarken büyük miktarlardaki atığın su yüzeyini kapmalasıyla suyun içindeki çözünmüş gaz dengesini de bozuyor ve gölgeleme ile su altı çayırlarının güneşlenmesini de kısıtlıyor. Ayrıca tür taşınımına aracılık etmesiyle istilacı türlerin doğal su akışlarıyla yer değiştirmesinin de sorumluları arasında...